Üstün yetenekli öğrencilerin eğitimi nasıl ele alınmalı?

Üstün yetenekli öğrencilerin eğitimi nasıl ele alınmalı?

YÖRET Vakfı’nın çarşamba günleri gerçekleştirdiği Online Merak Ediyordum Öğrendim Dizisi’nin 11 Kasım’daki söyleşisinin konusu “PDR Uzmanları ve Öğretmenlere Yönelik Üstün Yetenekli Öğrencim” oldu. Söyleşide Doç. Dr. Marilena Z. Leana Taşçılar üstün yetenekli çocukların nasıl fark edilebileceği ve eğitim süreçlerinde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği üzerine konuştu.

Üstün yetenekli çocukların nasıl fark edilebileceği konusuna değinerek sözlerine başlayan Doç. Dr. Marilena Z. Leana Taşçılar, “Bu çocuklar sınıf arkadaşlarından ayrılan farklı özellikleriyle aslında dikkatimizi hemen çekiyorlar. Buradaki önemli nokta, ilk aşamada genelde olumlu yönleriyle değil, olumsuz yönleriyle dikkatimizi çekiyor olmaları. Bu olumsuz yönler uyum problemleri, davranış sorunları, aşırı hareketlilik olabilir. Üstün yetenekli çocuklar bazen hiperaktif öğrencilerle ya da davranış problemi olanlarla karıştırılabilir. Oysa, bu davranışlar eğitimsel ihtiyaçları karşılanmadığında sergileniyor olabilir. O yüzden çok iyi gözlem yapmak, aileyi tanımak, çocukla ilgili farklı kanallardan, farklı öğretmenlerden bilgi toplamak çok kıymetli” dedi.

“Her üstün yetenekli çocuk bir değil”

Üstün yetenek tanımından bahseden Taşçılar, “Yeteneği kabiliyet, beceri, bir işi yapabilme yetisi olarak tanımlıyoruz. Yaşının çok ilerisinde, nadir sergilenen bir noktada olduğu zaman ise üstün yetenekten bahsediyoruz. Bunu da genel yetenek ve özel yetenek olarak ikiye ayırıyoruz. Genel yetenek, soyut düşünme, problem çözme, plan yapma becerilerini ifade ediyor. Fen, matematik, resim, sanat gibi dallarda daha özel, daha spesifik bir konuda yetenekli olunduğu zaman ise özel yetenekten bahsediyoruz. Her üstün yetenekli çocuk bir değil. Farklı şekillerde karşımıza çıkabiliyorlar. Kimisi çok uyumlu, tüm ödevlerini yapıyor. Bazıları daha yaratıcı, yeni sistemler üretme peşinde, daha esnek düşünüyor. Bazıları iki kere farklı olabiliyor, öğrenme problemleri yaşayabiliyorlar. Kimisi asi ve öfkeli olup, çok iyi işler çıkarabilecek bir zekaya sahipken o zekayı kötü amaçla kullanmayı hedefleyebiliyor. Otonom olanlar var. Üstün zekalı deyince başarılı, delidolu, çok çalışkan tipler aklımıza geliyor ama tüm üstün zekalı çocukların böyle olmadığını unutmamamız gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Çocuğun eğitimle ilgili süreçleri tüm öğretmenleriyle birlikte ele alınmalı”

Üstün yetenekli çocuğun eğitimini ele almanın bir ekip işi olduğunu vurgulayan Taşçılar, “Her şeyi çocuğun sınıf öğretmeninden ya da rehber öğretmenden beklememek gerek. Okul yönetimi de işin içinde olmalı. Çocuğun eğitimle ilgili süreçleri tüm öğretmenleriyle birlikte ele alınmalı. Rehber öğretmen ise aileyle ilgili iletişim süreçlerini ve koordinasyonu üstlenmeli. Öğrencinin yetenek alanlarını fark etmesi ve kendisini tanıması noktasında destek olmalı. Eğer okulda bu çocukları olduğu gibi kabul etme bakış açısı yoksa rehber öğretmenin bir anlamda hak savunuculuğu yapması gerekebilir. Çocuğun sosyal, duygusal anlamda zayıf yönlerini geliştirmesi konusunda yardımcı olabilir. Çocuğun farklılığının farkına varması için çalışabilir. Bu konuda en faydalı yöntemlerden biri bibliyoterapidir çünkü kitaplar, bu farklılıkların sınıf ortamında da daha rahat konuşulabilmesini sağlar. Mükemmeliyetçilik, hedef belirleme, öz düzenleme becerileri gibi daha spesifik konularda grup çalışmaları yapabilir” dedi.

“Çocuğun potansiyeli varsa bir şekilde eğitimsel ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor”

Çocuğa üstün yetenekli olduğunun nasıl anlatılacağından bahseden Taşçılar, “Bu çocuklar farklı olduklarını çok erken yaşta fark ediyor ama anlamlandıramıyor. Onlara hepimizin farklı özellikleri, farklı yetenek alanları olduğunu, bazılarımızın bir alanda daha iyi olabileceğini ama bunun bizi daha özel bir noktada tutmadığını anlatmak gerekiyor. Zekamızdan ziyade çabamızın kıymetli olduğu vurgusunu yapmak bu noktada çok önemli. Bazı aileler, çocuklarını BİLSEM ya da ARGEM okullarına göndermeyi tercih etmiyor. Bu her ailenin kendi takdirine kalan bir durum olsa da çocuğun potansiyeli varsa bir şekilde eğitimsel ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Aksi halde potansiyeli yitirme ya da hayata küsme, depresif moda bürünme gibi risklerle karşı karşıya kalmak mümkün. Çünkü o noktada çocuğu olduğu gibi kabul etmekten uzaklaşıyoruz. Dolayısıyla kurumlar değişebilir ama eğitimsel önlemlerin mutlaka alınması gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Davranış problemlerinin altında yardım çağrısı vardır”

Disiplin sorunlarıyla karşılaşılması durumuna da değinen Taşçılar, “En başta çocuğu olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Karşısında değil yanında durduğumuzu, ona destek olmak, rehberlik etmek için bulunduğumuzu anlatmak lazım. Sonrasında çocuğun bazı şeyleri yapamadığı için mi yapmadığını yoksa yapmak istemediği için mi yapmadığını iyi ayırt etmek gerekiyor. Davranış problemlerinin altında mutlaka bir neden, çocuğun vermek istediği bir mesaj, bir yardım çağrısı vardır. Bu mesajı anlamak gerekli. Bu noktada da gözlem yapmanın çok büyük bir önemi var” dedi.

YÖRET Vakfı’nın bir sonraki etkinliği 18 Kasım’da “Ergenlerde ve Çocuklarda Diyabetli Yaşam” konu başlığında gerçekleşecek.

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar