Nüfusun azalması küresel çevre sorunlarına çare olabilir mi?

Nüfusun azalması küresel çevre sorunlarına çare olabilir mi?

Birleşmiş Milletler, 2050 yılına kadar 55’ten fazla ülkede (çoğunlukla gelişmiş olanlarda) nüfusun azalmasını bekliyor. Bazı çevreciler, nüfus azalmasının küresel çevre sorunlarına çözüm olabileceğini savunuyor.

Bu yazı, nüfus artışının karbon emisyonlarıyla nasıl bağlantılı olduğuna ve yüksek gelirli ülkelerdeki nüfus düşüşünün olumlu bir gelişme olabileceğine ancak küresel ısınmayı tersine çevirmek için etkili bir çözüm olmadığına ışık tutuyor.

BM tarafından yapılan tahminler, dünya genelinde düzinelerce ülkenin yakın gelecekte nüfus azalmasıyla karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Avrupa halihazırda bu durumu yaşarken, Latin Amerika ve Asya’nın 2050’lerde bu olayı takip etmesi bekleniyor.

Şu anda hızlı nüfus düşüşü yaşayan ilk 20 ülke arasında Japonya ve Küba hariç hepsi Avrupa’da yer alıyor ve bunların çoğu yüksek gelirli ülkeler.

Dünyanın en kalabalık ülkesi olma ünvanını geçtiğimiz yıla kadar elinde bulunduran Çin bile 2022 yılında ilk nüfus düşüşünü yaşadı. Tahminler, içinde bulunduğumuz yüzyılın sonlarına doğru, on iki ülke hariç dünyadaki neredeyse tüm ülkelerin doğurganlık oranlarının nüfus istikrarını korumak için gereken 2,1 eşiğinin altına düşeceğine işaret ediyor.

Doğurganlık oranı düşük olan ülkelerin hükümetleri endişeli ve nüfusun azalmasını ekonomik bir kriz olarak görüyorlar. Ancak bazı çevreciler, yüksek gelirli ülkelerde nüfusun azalmasının olumlu bir eğilim olduğunu, çünkü bunun muhtemelen daha düşük karbon emisyonuna yol açacağını öne sürüyor. 

Ancak demografik değişimler ile karbon emisyonları arasındaki korelasyona daha yakından bakıldığında, yüksek gelirli ülkelerdeki nüfus azalmasının küresel ısınmayı durdurmak için yeterli bir çözüm olmadığı sonucuna varılıyor.

Tarihsel olarak aşırı nüfus artışı küresel ısınma ile ilişkilendirilmiş, Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) nüfus artışının sera gazı (GHG) emisyonlarını arttırdığını açıklamıştı.

İsveç’te 2017 yılında yayınlanan bir araştırma, aile başına daha az çocuk sahibi olmanın yüksek gelirli ülkelerde yılda yaklaşık 58,6 metrik ton karbon salınımını önleyebileceğini ortaya koymuştu. Dolayısıyla, çocuk sahibi olmamak teorik olarak yüksek gelirli bir ülkede yaşayan bir bireyin karbon ayak izini azaltmak için alabileceği en etkili önlem olarak ortaya atıldı. Bitki bazlı beslenmek, geri dönüşüm yapmak ve kurutma makinesi kullanmamaktan 50 kat daha etkili olduğu belirtildi.

Temel olarak, azalan küresel nüfus su, odun ve enerji gibi kaynaklara daha az talep anlamına geliyor ve sonuçta ekosistemler üzerindeki baskılar hafifliyor. Bu durum göz önüne alındığında, küresel nüfus azalmasının olumlu bir eğilim olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, emisyonlar temelde gelir düzeyleriyle doğru orantılıdır ve nüfus büyüklüğünden daha yüksek bir etkiye sahiptir. Zengin ülkelerde yaşayan insanlar, en yoksul ülkelerde yaşayan insanlardan 50 kat daha fazla emisyona neden olmakta ve küresel olarak insanların yüzde 10’luk bir kısmı tüketimle ilgili küresel emisyonların neredeyse yarısına katkı sağlamaktadır.

Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Çin, küresel sera gazı emisyonlarının içte birinden sorumlu olarak dünyanın en büyük karbondioksit üreticisi konumundadır. Bununla birlikte kişi başına düşen 8,05 ton emisyon miktarıyla Çin, 14,86 ton ile dünyanın en büyük ikinci emisyon kaynağı olan ABD ve beşinci emisyon kaynağı olan Japonya’nın (8,57 ton) gerisindedir. Nüfusu en fazla azalan iki ülke olan Bulgaristan ve Litvanya ise kişi başına sırasıyla, 7,54 ton ve 8,85 ton karbon salınımına neden olmaktadır.

Bunun tam aksine, en yüksek nüfus artışına sahip iki ülke olan Suriye ve Güney Sudan’da, kişi başına sırasıyla 1,27 ton ve 0,15 ton emisyon miktarı düşmektedir.

Ortaya çıkan tabloya göre: düşük gelirli ülkeler düşük emisyonlarla birlikte hızlı nüfus artışı yaşarken, yüksek gelirli ülkeler sürekli azalan nüfus oranlarına rağmen önemli emisyon üreticileri olmaya devam ediyor. 

Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeleri suçlamak yerine, yüksek gelirli ülkeler küresel ısınmaya yaptıkları katkılardan sorumlu tutulmalıdır.

Küresel ısınma söz konusu olduğunda, sel, yangın, kuraklık ve yükselen deniz seviyeleri gibi iklimle ilgili felaketlere karşı savunmasız olan düşük gelirli ülkelerin demografik gidişatı göz önüne alınmalıdır.

Küresel nüfus artışının yarısının yoğunlaştığı Sahra Altı Afrika, iklim değişikliğinin en ağır yükünü taşıyor. Bölge halihazırda sık kuraklıklar, yoğun seller, aşırı sıcak hava dalgaları ve toprak erozyonu ile boğuşuyor.

Tüm bu etkenler, nüfusu hızla artan düşük emisyonlu gelişmekte olan ülkelerin emisyonlarının artmayacağı anlamına gelmiyor. Gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir büyümeyi kolaylaştırmak ve sanayileşmiş ülkelerin yaptığı hataları önleyici adımlar atmak kritik önem taşıyor.

Araştırmalar, sürdürülebilir nüfus artışının eğitime erişim, doğum kontrolü ve üreme sağlığı hizmetlerine tam erişim ve kadınlar için daha fazla kariyer fırsatı sağlayacak yatırımlar gerektirdiğini gösteriyor. Bu önlemlerin, yoksul ülkelerdeki iklim kırılganlıklarını azaltabileceği ve önümüzdeki 30 yıl içinde 85 gigaton karbon emisyonunu bertaraf edebileceği tahmin ediliyor.

Bununla birlikte araştırmacılar, daha düşük doğurganlık oranlarının 2055 yılına kadar daha düşük küresel emisyonlara yol açmakla kalmayacağını, aynı zamanda kişi başına düşen gelirde yüzde 10’luk bir artışa neden olabileceğini ön görüyor.

Yapılan tahminlerin çoğu, küresel nüfusun 2100 yılı civarında azalmaya başlayacağını öngörüyor. Ancak küresel ısınmanın aciliyeti, o tarihten çok önce cesur adımlar atılmasını gerektiriyor.

Küresel ısınmanın nüfus artışıyla olan güçlü bağı yadsınamaz. Her ilave kişi tüketime, kaynakların tükenmesine, ekosistemlerin bozulmasına ve karbon emisyonlarının artmasına katkı sağlar.

Zengin ülkeler yoksul ülkelere göre kişi başına çok daha fazla emisyona neden olurken, dünyadaki en yüksek doğurganlık oranlarına ve en hızlı büyüyen nüfusa sahip ülkeler küresel ısınmadan en az sorumlu olan ülkeleri temsil ediyor.

Bu bağlamda, aşırı nüfus artışından ziyade aşırı tüketim temel sorun olarak öne çıkıyor. 

Sonuç olarak; batı toplumlarına hakim olan kapitalist bakış açısının değişmesi, gelecekteki sera gazı emisyonlarının önemli ölçüde azaltılmasına yardımcı olabilir.

Kaynak:

https://earth.org/demographic-shifts-and-carbon-emissions-can-population-decline-solve-global-environmental-challenges/

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar