Hastanede eğitim çocuk hastaların tedavi sürecinde neden önemli?

Hastanede eğitim çocuk hastaların tedavi sürecinde neden önemli?

YÖRET Vakfı’nın Online Merak Ediyordum Öğrendim Dizisi’nin 16 Aralık’taki söyleşisinin konusu “Çocuk Hastaların Eğitimi” oldu. Söyleşide Uzman Psikolojik Danışman ve Hastane Sınıfları Danışmanı Şule Acar, hasta çocuk ve çocuk hasta kavramların arasındaki farktan, hastanede eğitimin tedavi sürecine katkılarından ve hastane sınıflarından bahsetti.

Hasta çocuk ve çocuk hasta tanımları arasındaki farkı ele alarak sözlerine başlayan Uzman Psikolojik Danışman ve Hastane Sınıfları Danışmanı Şule Acar, “Hasta çocuk tanımı yardıma ihtiyacı olan, sıkıntılı, korkulu, kaygılı, acılı bir kavram. Oysa çocuğu bu tanımın önüne aldığımızda, temelde her şeyden önce bir çocuk olduğunu görüyoruz. Karşımızda hastalar olsa da bu hastalar önce çocuk. Hastalığı başa aldığımızda ise çocuğun çocuk olduğunu ıskalıyoruz. Bir çocuğun sadece çocuk olmasının getirdiği bir bakış açımız var ama hasta dediğimiz zaman hastalığın ihtiyaçları çocuğun ihtiyaçlarının önüne geçmiş oluyor. Ancak, çocuğun ihtiyaçlarının farkında oluşumuz çocuğun iyileşmesini etkiliyor. Çocuğun arkadaş, oyun, sevgi, doğa, oyun hamuru, boya, oyuncak gibi ihtiyaçları var. Bir çocuğun evde neye ihtiyacı varsa hastanede de ona ihtiyacı var” şeklinde konuştu.

“Bir çocuğun hayatındaki en büyük rutini eğitim”

Hastanede eğitimin çocuğun ihtiyaçları noktasında devreye girdiğini belirten Acar, “Bir çocuğun hayatındaki en büyük rutin okul. Çocuk hayatının büyük bir kısmını okulda geçiriyor ve hastalık sürecinde bu çocuğun elinden alındığında çocuk şaşakalıyor. Her şey yolunda giderken bedensel değişikliklerinin yanı sıra bir de önceki alışkanlıklarını yapamayacak olduğu söyleniyor. Çocuk ne kadar süreceği belirsiz bir şekilde hastaneye yatırılıyor, kontrol edebileceği hiçbir şey yok. Bu çocuk için inanılmaz büyük bir travma. Bütün bu değişimlerin arasında çocuğun devam ettirebileceği rutini eğitim. Bir çocuk hastanede eğitimine devam edebildiği sürece sadece fiziksel olarak değil mental olarak da birçok şey değişiyor. Öncelikle çocuk, her şeyin yoluna gireceğini düşünmeye başlıyor. Hastanede olsa da bir süre sonra hayatına devam edebileceğine inanarak bu süreçteki kaybının minimum olması için uğraşıyor. Özellikle orta okul ve lise seviyesindeki öğrenciler için ‘geride kalmıyorum’ hissi, kaygıyı büyük ölçüde azaltıyor. Ayrıca birinin onun için hastanede olması, refakatçisinden başkasının sadece onunla ders çalışmak, oyun oynamak, sohbet etmek için orada bulunmasıyla çocuk değerli olduğunu ve unutulmadığını anlıyor. Bu çocuğun tedavisinin iyi gitmesi için kritik önem taşıyor. Öğretmenler eğitime devam ettikleri sürece çocukların antidepresan grubu ilaç kullanma oranı son derece düşük seyrediyor.  Eğer öğretmen çocuk için oradaysa çocuğun iyileşme oranının çok daha yüksek oluyor. Dolayısıyla, hastane eğitimi iyileşme sürecine katkıda bulunuyor ve tedavi sürecindeki kayıp ve kaygılarının da azalmasını sağlıyor” dedi.

“Çocuğun sınırlılıklarını göz önünde bulundurmak gerekiyor”

Hastane sınıflarının 1990’larda mevcut olduğunu fakat 4+4+4 sisteminin gelmesiyle kapatıldıklarını ifade eden Acar, “Hastanede eğitim bazı hastanelerde çok kısıtlı bir kadroyla devam ediyor. Zaten yönetmelikte var olan bir kavram olsa da şu anda 14 tane hastanede hastane sınıfları var. Bu sınıflar çocuk servislerine veya onkoloji servislerine en yakın yerlerde konumlandırılıyor. Tıpkı okullardaki sınıflar gibi içinde türlü materyallerin, kitapların, sıraların olduğu, çocukların da oraya mümkün olduğu kadar gitmesinin sağlandığı bir ortam. Sınıf olunca, çocukların ihtiyaç duydukları okul iklimini yaratabiliyoruz çünkü çocuğun ihtiyaçlarından biri de arkadaş. Hastanedeki çocuklar oyun ve arkadaş açısından çok kısıtlı imkânlara sahip. Bu sebeple çocukların beraber olması çocuklara çok iyi geliyor. Ancak, her zaman çocuğun sınıfa gelmesi mümkün olmayabiliyor. O zaman da yatak başına gidiyoruz. Bu arada, eğitimlerde ağır bir müfredat yok. Bazen sadece çocukla boyama yapılıyor, sadece oyun oynanıyor ya da sohbet ediliyor. Çocuğun sınırlılıklarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor” şeklinde konuştu.

“Kahramanı oynamamak gerek”

Okul öncesi dönemden lise son seviyesine kadar çocuk hastalarla çalıştıklarını belirten Acar, “Bir çocuk hangi sorunları yaşıyorsa, çocuk hastalarda da o sorunlarla karşılaşıyoruz. Ancak, bunlara başka sorunlar da eklenebiliyor. Bazen arkadaş özlemi, kardeş özlemi, tedavinin kötüye gidişi, umutsuzluk üzerine çalışıyoruz. Bazen ebeveynin kaygılarıyla çalışıyoruz. Genellikle anne olan ebeveynler, hasta çocuğun evdeki kardeşleri için de kaygı duyuyor ve bu tarafla ilgilenmek gerekiyor. Annenin kaygılarıyla çalışmak çocuğa da çok iyi geliyor çünkü çocuklar çok iyi gözlem yapıyor ve tüm duyguları alıyor. Hastalık süreciyle ilgili temel bilgiye ve sürecin psikolojik açıdan hastaya nasıl sirayet ettiği bilgisine sahip olmak gerekiyor. Hastalarla çalıştığımızdan canımızın acıdığının, insan olduğumuzun farkında olarak kahramanı oynamamak da önem taşıyor. Sınırları bilmek çok kritik. ‘Çocuğa iyi geleceğim, onu iyileştireceğim’ beklentisine girmemek lazım. Son olarak çocuk ve ebeveynle iyi bir iletişim kurmak gerekiyor çünkü ancak o zaman çocuğu kazanabiliyor ve ebeveyne dokunabiliyoruz” dedi.

YÖRET Vakfı’nın bir sonraki etkinliği 23 Aralık günü “Cinsiyete Dayalı Şiddet” hakkında gerçekleşecek.

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar