Aperatif beslenmeye, hızlı yemek yemeye, zamandan ve maliyetten tasarruf etmek isterken sağlıksız bir zincirin parçası olmaya karşı başlatılan slow food düşünce sistemi, ilk olarak İtalya’da ortaya çıktı. Bu akımın en önemli misyonu, orijinal lezzetlerin korunmasını, yerel yemeklerin yerel malzemelerle pişirilmesini ve yerel yemek kültürünün devamını sağlamak. İsminden dolayı ‘’Fast Food’’un tam tersi bir hareketmiş gibi
Aperatif beslenmeye, hızlı yemek yemeye, zamandan ve maliyetten tasarruf etmek isterken sağlıksız bir zincirin parçası olmaya karşı başlatılan slow food düşünce sistemi, ilk olarak İtalya’da ortaya çıktı.
Bu akımın en önemli misyonu, orijinal lezzetlerin korunmasını, yerel yemeklerin yerel malzemelerle pişirilmesini ve yerel yemek kültürünün devamını sağlamak. İsminden dolayı ‘’Fast Food’’un tam tersi bir hareketmiş gibi dursa da aslında olayın misyonu çok daha farklı.
Günümüz şehir yaşamının hızlı temposunda yemek yemeyi oldu bittiye getirmediğimizi söyleyebilir miyiz? Oysa, beslenme genel düşüncenin aksine pişirilmesinden tüketilmesine kadar her anından keyif alınması gereken bir eylem ve ‘’Slow Food’’ tam olarak bunu savunan bir akım.
Fast Food yemek alternafleri açısından pek çok çeşit sunmasına rağmen sağlık üzerindeki faydası oldukça yetersiz. Bolca doymuş yağlar içeriyor. Lif oranı, vitamin ve mineraller bakımından eksik gıdalar sunuyor. Bu yetersiz kombinasyon çağımızın hastalığı obezitenin yanı sıra yüksek tansiyon, çocuklarda gelişim bozuklukları ve bölgesel yağlanma gibi problemlere yol açıyor.
Slow Food hareketi ise geleneksel gıdaların tüketiminin yaygınlaşması gerektiğini savunuyor. Bu akımın felsefesinde bir bölgenin toprağına ait yerel ürünleri kullanmak ve dışarıdan hazır ürün satın almamak yer alıyor. Bu durum geleneksel yemek kültürünün korunmasını sağlıyor. Büyük resme baktığımızda; bu akım, yediğimiz yemekte kullanılan malzemenin kaynağını ve diğer süreçlerini bilmemiz gerektiği düşüncesi üzerine kurulu.
Katkısız ürünlerle hazırlanan yemekleri tüketmeye yönelik bir hareket olarak ortaya çıkan slow food ile insanların yemek yemeye vakit ayırması ve sağlıklı beslenme alışkanlığı edinmeleri amaçlanıyor. Doğaya karşı uygulamalar ile üretilen endüstriyel ürünlerin kullanımından ziyade, doğal ve ilaçsız olarak üretilen ürünlerin kullanılmasını teşvik eden düşünce, yerel üreticileri korumaya da öncelik veriyor.
Slow Food sadece bugünü değil, geleceğin nesillerini de düşünen bir vizyonu savunuyor. Bugünün beslenme alışkanlıklarının, üretim ve pişirme şekillerinin hızlı tüketimi kolaylaştırdığını ve insanların sağlıklı beslenme metodlarından uzaklaştığını vurgulayan bir düşünceyi ortaya koyuyor.
Slow Food hareketini başlatan şey: Hamburger
Küresel ölçekte büyüyen fast food zincirlerinin İtalya’da açılmasının ardından 1986’da bu konuya dikkat çeken gazeteci Carlo Petrini, slow food akımının kurucusu oldu. Amerikan beslenme modelini reddeden gazeteci, taze ürün kullanmanın doğru olduğunu ve bu sebeple yerli üreticinin desteklenmesi gerektiğini savundu.
Bu amacını bir adım daha öteye taşıyan Petrini, bölgesel yiyeceklerin ve üreticilerin haklarını korumak için ülkenin kuzey kesiminde bulunan Piedmont Bölgesi’nde kar amacı gütmeyen, katılımcılarının gönüllü olduğu bir organizasyon kurdu. Topluluk düzenlenen yiyecek festivallerine katılarak yavaş yavaş tüm dünyaya yayılmaya başladı.
Takvimler 10 Aralık 1989’u gösterdiğinde aldığı desteklerle büyüyen Slow Food hareketi, resmi olarak Paris’te yer alan Opera Comique’de kuruldu. Slow Food Manifestosu, İsviçre, Arjantin, Danimarka, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, Japonya, Avusturya, Fransa, Macaristan, Brezilya, İspanya, İsveç, Hollanda ve Venezüella’nın yer aldığı 15 ülke tarafından imzalandı. Artık 80.000’i aşkın üyesiyle uluslararası bir sivil toplum örgütü durumunda.
İtalya merkezli bu harekete günümüzde dünyanın hemen her yerinden bir yerlere gitme telaşında olmaktan yorgun ve bilinçsizce hızlı yaşamın etkisinden sıyrılmaya çalışan kişiler katılmaya devam ediyor.
Yaşamı iyileştirmeyi amaçlayan bu akımda yerel ürünlerin dağıtımı da üreticisi tarafından yapılıyor. Kendi üretimini yapamayanlar için de yerel pazarlar bu açığı kapatıyor. Çünkü bu pazarlarda tüketici aldığı ürünün hikayesini şeffaf bir şekilde öğrenebiliyor.
Doğal olanı sonuna kadar destekleyen Slow Food hareketi ürünlerin doğaya uygun koşullarda üretilmesi gerektiğini ve biyoçeşitliliğin korumasının önemini savunuyor.
Sonuç olarak, Slow Food yaşam tarzı, yemek yemenin yalnızca yaşamı devam ettirmek için gerçekleştirilen bir eylem olmaktan ziyade, beslenmenin üretimden tüketime kadar her aşamasında hayattan keyif almayı ve yemek yerken sosyalleşmeyi savunuyor.