İklim bilimci Friedewrike Otto: “Toplumsal eşitsizlik arttıkça, iklim felaketi daha yıkıcı hale geliyor’’

İklim bilimci Friedewrike Otto: “Toplumsal eşitsizlik arttıkça, iklim felaketi daha yıkıcı hale geliyor’’

Alman bilim insanı Friederike Otto, eşitsizlik, zenginlik ve cinsiyetçiliğin iklim krizini nasıl derinleştirdiğini anlattığı yeni kitabında, bu sorunlarla mücadele etmek için neler yapılması gerektiğini aktarıyor.

Friederike Otto, Imperial College London’da iklim bilimi alanında kıdemli öğretim üyesi, aynı zamanda küresel ısınmanın aşırı hava olaylarının şiddeti ve olasılığı üzerindeki etkilerini belirlemeyi amaçlayan World Weather Attribution Initiative girişiminin kurucu ortağı.

Otto, “İklim Adaletsizliği” (Climate Injustice: Why We Need to Fight Global Inequality to Combat Climate Change) adlı kitabında, iklim krizinin yalnızca karbon emisyonlarından kaynaklanmadığını, aynı zamanda küresel eşitsizlik, ırkçılık, sömürgecilik ve cinsiyetçilik gibi toplumsal yapılarla derinden bağlantılı olduğunu vurguluyor. 

Uygunsuz mimari ve yoksulluk gibi faktörlerin, sıcak hava dalgaları, kasırgalar, seller ve orman yangınları gibi felaketleri nasıl daha da derinleştirdiğini inceliyor. Bu konular yeni kitabının ana temasını oluşturuyor.

The Guardian haber ajansının Otto’ya yönelttiği sorular ve yanıtları aşağıda:

Kitabınızın temel argümanı, iklim krizinin küresel eşitsizlik ve adaletsizliğin bir yansıması olduğu. Bu durum atmosfere saldığımız karbonun küresel ısınmaya neden olduğunu düşünen birçok kişi için epey ters bir bakış açışı olabilir.

Evet! Yalnızca fiziğe odaklanırsanız, ısınma atmosferdeki karbon miktarından kaynaklanıyor. Ancak atmosferdeki karbon miktarı, fosil yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Ayrıca, fosil yakıtların yakılmasından fayda sağlayanlar, bu sektörlerde payı olan veya bu şirketlere sahip olan zaten zengin azınlık. Çoğu insan ise bundan fayda sağlamıyor. Amerikan rüyası, fosil yakıtları yakmak değil, sosyal hareketlilikten geçiyor.

Irkçılık, sömürgecilik ve cinsiyetçiliğin küresel ısınmayı besleyen temeller olduğunu savunuyorsunuz. Bu sorunlarla mücadele etmek, iklim krizine yönelik teknik bir çözüm bulmaktan çok daha zor görünüyor.

Tabii, bu sadece yeni teknolojiler geliştirmekten çok daha zor. Ancak güneş enerjisi ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına sahibiz ve bu bile sorunu çözmüyor. Sorun, ancak temel nedenlere müdahale edersek çözülebilir. Ben de bu kök nedenlerin, toplumsal eşitsizlikler olduğunu savunuyorum.

Fosil yakıtların çıkarılması ile sömürgecilik ve ırkçılık arasındaki ilişki açık görünüyor, peki ya cinsiyetçilik ile küresel ısınma arasındaki kesişim nasıl? Bunu nasıl açıklarsınız?

Yaptığımız araştırmalarda, bir toplum ne kadar ataerkilse, iklim değişikliği etkilerinin o kadar yıkıcı olduğunu ortaya koyduk. Kadınlar karar alma süreçlerinden dışlandığında ve finansmana erişimlerinde engeller olduğunda, aşırı hava olaylarında çok daha fazla insan hayatını kaybediyor ve geçim kaynaklarını kaybediyor.

Neden ‘’doğal felaket’’ terimini yanıltıcı buluyorsunuz?

Doğal tehlikeler mevcut, ancak iklim değişikliği nedeniyle bazı durumlarda bunlar giderek daha “doğal olmayan” bir hale geliyor. Bir olayın felakete dönüşmesi ise doğayla değil, büyük ölçüde toplumsal kırılganlıkla ilgili.

COP (BM İklim Zirvesi) süreci amacını yerine getirebiliyor mu? Sanki mevcut durumu korumaya yönelik bir eğilimi var gibi duruyor.

COP süreci kesinlikle amacına hizmet etmiyor, çünkü ihtiyacımız olanı başaramıyor. 

Daha hızlı bir değişim, yalnızca azınlığa değil, gerçek anlamda çoğunluğa fayda sağlamasıyla gerçekleşebilir. Ancak bu, COP sürecinin hatası değil ve aslında süreçte oldukça fazla şey başarıldı. 

Bu zirveler yapılmamış olsaydı, dört ya da beş derecelik bir ısınma seviyesine doğru ilerliyor olacaktık. Şu anda üç derecelik bir ısınma seviyesine doğru ilerliyoruz. Bu da kesinlikle içinde yaşamak istemediğimiz bir dünya. Ancak, iklim değişikliğini uluslararası düzeyde konuşabiliyor olmamız, COP sürecine borçlu olduğumuz bir gelişme.

Paris Anlaşması, iklim değişikliğine olan kaygımızın, insan haklarını ihlal etmesinden kaynaklandığını ve bu duruma karşı bir şeyler yapmak istediğimizi ortaya koyuyor. Bu, önemli bir başarı.

2021’deki Kuzey Pasifik sıcak hava dalgası, 1.000’den fazla ölüme ve büyük ekonomik zarara yol açtı. Bu tür trajik olayların birer uyanış çağrısı gibi algılanmaması sizi endişelendiriyor mu?

Uyanış çağrılarına ihtiyacımız var, ama bunlardan daha fazlasına ihtiyacımız var. Ne yapılması gerektiğine dair bir fikir olmadan, bunlar yeterli olmayacak. Ancak bu olaylardan bazı dersler aldık. Örneğin, her aşırı olayda ölüm sayısını etkileyen en büyük fark, etkili bir erken uyarı sisteminin olup olmadığı.

Kuzey Pasifik’teki sıcak hava dalgasını “matematiksel olarak imkansız” olarak tanımladınız; o kadar nadirdi ki, yalnızca 100.000 yılda bir yaşanabilecek bir olaydı.

Evet, eğer iklim bilimini göz önünde bulundurmazsanız. Ancak küresel ısınmayı hesaba kattığınızda, bu olay, normal bir istatistiksel değerlendirmede beklediğinizin çok dışında olmaktan çıkıp, 100 veya 200 yılda bir gerçekleşen bir duruma dönüşüyor.

Bu olasılık giderek kısalıyor değil mi?

Evet, kesinlikle. Yani iki derecelik bir ısınma dünyasında, bu tür olayın her beş yılda bir yaşanmasını bekleyebiliriz.

Bu ayın başlarında, küresel sigorta şirketi Allianz SE’nin yönetim kurulu üyesi, pre-endüstriyel seviyelere göre 2.2°C ila 3.4°C arasında bir ısınmaya doğru ilerlediğimizi belirtti. 3°C’lik bir artışın pek çok bölgeyi sigortalanamaz hale getireceğini ve yatırımları çok daha riskli kılacağını, sonunda kapitalizmin sürdürülebilir olmayacağını söyledi. Bu görüş size ne kadar doğru geliyor?

Bir sigorta şirketinde böyle bir açıklama duymak gerçekten ilginç. Mevcut haliyle kapitalizm sürdürülebilir değil. Hatta onu yıkmaya doğru ilerliyoruz. Çünkü iklim kirizi fiziksel bir sorun değil, aynı zamanda bir adalet krizi.

Birleşmiş Milletler’in COP iklim zirvelerini eleştiren Otto, bu zirvelerin mevcut durumu koruduğunu ve tahmin edilen ısınmayı azaltmaya yardımcı olsa da, toplumsal eşitsizlikleri ele almadığını ifade ediyor. 

Ona göre, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için toplumsal sistemlere yatırım yapmalı ve toplumları daha dirençli hale getirmeliyiz. 

Otto’nun bu görüşleri, iklim değişikliğiyle mücadelede sadece teknolojik çözümler değil, aynı zamanda toplumsal ve politik değişimlerin de gerekli olduğunu savunuyor.

https://www.theguardian.com/environment/2025/apr/19/climatologist-friederike-otto-the-more-unequal-the-society-is-the-more-severe-the-climate-disaster

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar