Laz kültürünü, dili ve doğayla uyumlu yaşam bilgisini hatırlatmak için yola çıkan Sevilay Refika Kadıoğlu, Gola Derneği ve Goluri ile Karadeniz’in kültürel mirasını yeniden canlandırıyor. Yerelden yükselen bu sesiyle 16. Sezon Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar arasında yer alan Kadıoğlu, doğayı ve insanı aynı bütünün parçası olarak görüyor. Laz kültürü ve Lazcaya olan ilginizin kökeni çocukluk
Laz kültürünü, dili ve doğayla uyumlu yaşam bilgisini hatırlatmak için yola çıkan Sevilay Refika Kadıoğlu, Gola Derneği ve Goluri ile Karadeniz’in kültürel mirasını yeniden canlandırıyor. Yerelden yükselen bu sesiyle 16. Sezon Sabancı Vakfı Fark Yaratanlar arasında yer alan Kadıoğlu, doğayı ve insanı aynı bütünün parçası olarak görüyor.
Laz kültürü ve Lazcaya olan ilginizin kökeni çocukluk yıllarınıza, ailenizle kurduğunuz ilişkilere dayanıyor. Sizi Gola Derneği’ni kurmaya götüren bu kişisel yolculuğunuzda en belirleyici an neydi?
Bir arada hareket etme ihtiyacı… Sene 1995 ve Eskişehir’de biten üniversite eğitimim sonrası yeniden İstanbul’daydım. Laz müziğinin revaçta olduğu yıllardı. Birol Topaloğlu’nun başlattığı bu akım, Kazım Koyuncu’nun müziği popüler kültüre taşımasıyla konserlerde arkadaş olmuş bir grup kentli, eğitimli Laz ve Laz olmayan çoğu Doğu Karadenizli gençtik. Horon oynamayı bilmeyenler için horon kursu, Lazca bilmeyenler için Lazca konuşma atölyeleri, alanda çalışan insanlarla söyleşiler için mekânsal ihtiyaçlarımız oluyordu. Karadenizlilerin İstanbul’da kurdukları hemşehri derneklerinin mekanları vardı ama sosyal yapıları bizlerden oldukça farklıydı. Ardeşenliler, Pazarlılar, Fındıklılılar, Hopalılar, Arhavililer şeklinde örgütlenmişlerdi. Ama dernek mekanlarını nişan, düğün gibi etkinliklere de yer verdikleri bir araya gelme ortamları olarak kullanıyorlardı. Bu çok kültürlü kadim kent İstanbul, kendiliğinden bizleri bir araya getirdi ve kendimizi Gola hikâyesinin içinde bulduk.
2006’dan itibaren Yeşil Yayla Festivali ve ardından Demir Elma Festivali ile bölgenin kültürel mirasına sahip çıktınız. Bu festivallerde yerel halkın katılımını nasıl sağlıyorsunuz, bu festivallerde yerel halkın rolünü anlatabilir misiniz?
Yaptığım festivallerin en önemli farkını soruyorsunuz aslında; yerel halk ile iletişim. Yeşil Yayla Festivali’nin çıkışı yerelde yaşayan insanların kendi değerlerini fark etmelerine aracılık etmek ve eski köy şenliklerini canlandırmaktı. Gola olarak tüm festivallerde yerel ile iş birliğiydi sihrimiz. Önce köy muhtarı, sonra köyün yaşlıları ve sonra kadınları… Esas olan, onları da oyuna davet eden saha çalışmalarıydı. Hem sahip oldukları kültürel değerleri bellekten çıkartıp sahnelemek hem de birlikte üretmenin eğlencesini ve gücünü hatırlamak bu sayede mümkün oldu. Aslında festivalleri biz yapıyor gözüküyor olsak da tamamını onlarla birlikte gerçekleştirdik. Kültür sanat etkinliklerinin kendilerinden çok saha çalışmalarının ve oyuna insanların katılımının önemli olduğunu düşünüyorum. Yaptığımız ziyaretlerde belirlediğimiz festival temaları hakkında sözlü tarih yöntemiyle bilgi alışverişi yaptık ve edindiğimiz verileri 3 veya 5 günlük festivallerde çeşitli etkinliklerle sahneledik.
Çalışmalarınızın hem yerel halk hem de kentte yaşayan Laz kökenli bireyler için yarattığı etkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yerelde çok sahiplenildi. Birçok insanın sadece çocukluğunda kalmış ama anısı güzel detay, Gola aracılığıyla gün yüzüne çıktı. Özellikle, halen köylerde ve köy hayatı yaşayanlar, kaynak kişiler de olmaları dolayısıyla yaptığımız işleri en çok sahiplenenler oldu. Doğa bilgisi, hayatta kalma bilgisi onlardaydı. Doğa takvimi, hayvanlarla kurulan ilişki, yayla kültürü, şifalı bitkiler… Tüm bunlar, onların ellerindeki hazinelerdi ve biz bu hazineleri ortaya çıkardık. Sadece bildiklerine değil, ana dillerine değer veriyor, her şeyden önce onlara saygı gösteriyoruz. Kentte yaşayan Lazlar için ise Gola’nın yaptığı çalışmalar memleketlerine gelmek için gerekçe haline geldi. Yaptığımız festivaller merkezlerde görmeye alıştıkları sosyal içerikleri sunması yönüyle program olarak aslında kentliydi. Kendi coğrafyalarına ziyarete dahi olsa gelme motivasyonu sağladı. Zaman içinde kentten kırsala göç edenlere de rastladık.
Sözlü tarih, arşiv, Lazca atölyeleri, podcastler… Bu çalışmalardan hangileri toplumda en çok karşılık buldu? Genç kuşakların Lazca ve Laz kültürüyle bağ kurmasında nasıl bir dönüşüm gözlemliyorsunuz?
Gola, 20. Yılının içinde. En çok festivaller ilgi gördü diyebiliriz, her yıl festivaller aracılığıyla bir araya geliyor ve birlikte üretiyoruz. Buna ek olarak, son yıllarda yaptığımız bilgi üretim süreçlerini destekleyen çalıştaylar ve sonrasında çıkardığımız yayınlar da oldukça ilgi görüyor. Genç kuşakların Lazca’ya olan ilgilerini artmış buluyorum. En çok akademik çalışmalarda artış var. Ticaretle uğraşanların marka adı olarak Lazca kelimeler seçtiklerini, çocuklarına Lazca isim verdiklerini gözlemliyorum. Anlayıp konuşamayan neslin konuşmaya karşı hevesinde de artışa sıkça şahit oluyorum.
Derneğin çalışmalarında doğa hep merkezde. Sizce Doğu Karadeniz’in doğası ve kültürel çeşitliliği birbirini nasıl besliyor? Bu bütüncül bakış açısını korumak neden önemli?
Çünkü doğa, hep merkezde! J Gola için değil, hepimiz için… Biz Lazca çalışırken, dilimizi geliştirirken Lazcanın tam bir doğa dili olduğunu fark ettik. Oldukça yaşlı ve yerli bir dil olan Lazcanın kentte çok bir karşılığı yoktu. Dil uzunca bir süredir aktif kullanımdan çekildiği için uzun zamandır yeni bir kelime ya da kavram türetilmemiş. Üstelik eylem köklü bir dil olduğu için tek bir kelime ile eylemin yönü, zamanı gibi birçok özelliğini anlatabiliyor. Ve biz tek bir kelimeyi Türkçeye çevirirken 4-5 kelime ile tarif etmek durumunda kalıyoruz. Kırsal mimariden toprak bilgisine kadar dil müthiş bir veri barındırıyor. Hepimize bütünün bir parçası olduğumuzu hatırlatan bir tarafı olduğuna inanıyorum. Esas mesele ise yerli dil olma halinde gizliydi. Örneğin Doğu Karadeniz’e özgü kırsal mimaride kullanılan yaklaşık 60 terim var. Sadece kestane ağacı ile dere taşından yapılan (elle düzeltilmiş) geçme (çivisiz) eşsiz bir yapım tekniği bilgisi Lazcadaki bu 60 kelimede barınıyor. Bu 60 kelime kaybolduğunda Doğu Karadeniz Kaçkar Dağları eteklerinde yaşamak için en uygun yapım tekniği bilgisi de yok olacak.
Dünyayı sadece insanlarla paylaşmadığımızı, tüm canlıların birbiri ile bağlı olduğunu, ağaçların yaşamlarını, yaban hayatının önemini ve hep bir arada yaşadığımızda ahenk içinde olacağımızı bu dille daha iyi anladık, halen anlamaya çalışıyoruz.
Goluri sosyal girişimiyle Gola Derneği’nin çalışmalarını destekliyorsunuz. Goluri’nin kültürel değerleri yaşatma ve yerel ekonomiyi güçlendirme konusundaki rolünü biraz açar mısınız? Önümüzdeki dönemde hem dernek hem de Goluri için nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
Goluri, yerel ile iş birliği içinde, yerel değerleri ön plana çıkarmaya çalışan, onların hikâayesini gezilerinde aktaran bir turizm ve organizasyon şirketi. Gola ile biriktirdiğimiz bilgiler ve ilişkiler aktive oluyor. Gezilerimizin vizyonu gereği mutlaka kendi aile yerinde iş yapmaya çalışan işletmelerle çalışmayı önceliyoruz. Hediyelik eşyalarımızı yereldeki üretici kadınlardan yaptırıyoruz. Bu, iş modellerini çeşitlemelerine ve geliştirmelerine de katkı sunuyor. Ayrıca turizme yeni başlayan işletmeleri önceliklendiriyorum. Hatta başlamamışları da…
Şunu söylemeden edemeyeceğim; Doğu Karadeniz’de turizm, hazırlıksız gelen bir sektör. Burada yaşayan yerli insanların başlardaki doğallığı ve içtenliği, zamanla yerini bilinçsiz bir turizme bırakmış. Bölge kendi turizm kimliğini oluşturamadan gelen turiste adapte olup özgün yanlarını kaybetmiş. Geleneksel olanı, doğayla uyumlu olanı kaybetmiş. Biz tam da bunun önemini ortaya koymaya çalışıyoruz. Dolayısıyla Karadeniz’e gelen turist profilini dönüştüren işler yaptığımızı da düşünüyorum. Böylelikle gelen eğitimli, gelir seviyesi yüksek turist profili bölgenin sadece ekonomik yapısına değil sosyal değişimine de katkı sunmuş oluyor.
Önümüzdeki günlerde Gola Derneği olarak bulunduğumuz coğrafyada geleneksel söyleme yöntemleri ve şarkılarından oluşan bir çalışma grubu, Lazca konuşma atölyeleri, hikâaye anlatıları gibi sanatsal atölyelere devam etmeyi düşünüyoruz. Goluri gezilerini yılın 12 ayına yaymaya hazırlanıyoruz. Goluri, gezilerinde doğa takvimini ve her ay doğada olan bir olayı, bir döngüyü baz alıyor. Bunu arttırarak devam etmeyi düşünüyoruz. Aynı zamanda, İstanbul başta olmak üzere farklı merkezlerden kişilere ve kurumlara Goluri’yi tanıtmak planlarımız arasında. Gola ve Goluri olarak yapabileceklerimizden hem özel sektörü, hem de sivil toplumu haberdar etmeye hazırlanıyoruz.
Önümüzdeki dönemde Gola Derneği’nin ve Goluri’nin hayata geçirmeyi hedeflediği yeni projeleriniz var mı? Varsa bunlardan bahseder misiniz?
2026 yılı Gola Derneği’nin 20. yılı. Bu konsepte uygun belgesel, aylık etkinlikler ve yayınlar gibi içerik çalışmaları yapmayı hayal ediyoruz. 10. Yılımızda Ayşe Çavdar’ın kalemiyle 10. Yıl kitabı yapmıştık. 20. Yılda bunu hedefliyoruz.
Goluri olarak ise gezilerimizin yanı sıra yılda 4 festival yapmayı planlıyoruz. Bunu daha önce çalıştığımız belediyelerle iş birliği içinde gerçekleştirmeyi istiyoruz. Goluri olarak sahip olduğumuz ve önerdiğimiz vizyonu çoğaltmakla ilgili girişimlerimiz olacak. Her yaptığımız geziye bölgede iş yapan yeni turizmcilerden ikişer kişiyi konuk alıp kurduğumuz dilin çoğalmasına aracılık etmeyi hedefliyoruz.
16. Sezon Sabancı Vakfı Fark Yaratanlardan biri seçildiniz. Sabancı Vakfı’nın Fark Yaratanlar Programı’nda yer almak size nasıl bir katkı sağladı?
Çalıştığım coğrafyada oldukça zorlu yıllar geçirdim. Bir kadın olarak eril iradenin bu kadar güçlü olduğu bir ülkede ve coğrafyada iş yapmak oldukça zorlayıcı oldu. Bir de yerli ve kaybolmak üzere olan bir dilin varlığına dikkat çeken işler yapıyorsunuz. Üstelik içinden barış geçen, çokkültürlülük geçen, çoğulculuk geçen, kapsayıcılık geçen kavramlar kullanıyorsunuz. Ve alışılagelmişin dışında yöntemler öneriyorsunuz. Kültürü, doğayla uyumlu bir şekilde ve sanatla ortaya koymaya çalışıyorsunuz. Bir derdinize pozitif bir işle, bir festivalle dikkat çekmeye çalışıyorsunuz. Tüm bu zorlu yılların bir yerinde ülkemizin en büyük kurumlarından biri olan Sabancı Vakfı’nın Fark Yaratan’ı seçilmek beni çok onore eden bir şey oldu. Moral verdi, ne kadar doğru bir iş yaptığımdan bir kere daha emin olmamı sağladı. Yeni insanlar tanıdım. Büyük bir ağın parçası oldum. İş geliştirme konusunda destekler aldım, almaya devam ediyorum. Çok güzel görüntülerim oldu ve üstelik onlar sosyal medyada tanıtım aracı olarak kullanılıyor.
Gelecek dönemlerde Fark Yaratan olmak isteyenlere neler önerirsiniz?
Hayal kurun ve hayalinizin peşinden gidin. “Bu işleri bırak.”, “Sana ne faydası var ki?”, “Sen de herkes gibi işler yapsana.” diyen kimseyi dinlemeyin. Özgün iradeniz ve tercihlerinizde, inandığınız ve doğru bildiğiniz işi yapmakta ısrarcı olun, istikrarlı olun, kendinize güvenin.