“Nadide Çiçeğim Nihan kitabım MPS hastası bireylere ve ailelerine ışık tutacak”

 “Nadide Çiçeğim Nihan kitabım MPS hastası bireylere ve ailelerine ışık tutacak”

“Nadide Çiçeğim Nihan” kitabının yazarı Öğr. Gör. Aynur Uğuz ile maalesef aramızdan ayrılan MPS hastası kızı Ayşe Nihan’ın yaşam öyküsü, nadir olan MPS hastalığıyla haklı mücadelesi, klinik araştırma süreci ve sanatçı kişiliği, umut ve hayalleriyle dolu yaşamı üzerine konuştuk.

Aynur Hanım kısaca sizi tanıyabilir miyiz? 

Ben Aynur Uğuz. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Almanca Öğretmenliği Bölümünde 38 yıl boyunca büyük bir mutlulukla çalışmış bir akademisyenim. Ayrıca dünyada nadir rastlanan MPS hastası Ayşe Nihan Uğuz’un annesiyim. İyi ki Nihan gibi çok özel, asil, sabırlı, üretken bir kızım olmuş çünkü ondan çok şey öğrendim. Ben onunla büyüdüm, onunla olgunlaştım. Dünyada ne kadar farklı hayatların olduğunu öğrendim. Sabrı ve düşüp kalkmayı öğrendim. Engelleri engellemeyi öğrendim. 

Nihan’dan bahsetmenizi rica edebilir miyiz? 

Nihan liseyi bitirdikten sonra çok sevdiği resim sanatına, Çukurova Üniversite’sinin güzel sanatlar bölümünde misafir öğrenci olarak devam etti, çok değerli hocalarımızdan dersler aldı ve okunan kitapları okudu. Tüm sanat dergilerine abone olmuştu, evin her yeri onun kitap ve dergileriyle doluydu, hatta benim kitaplarıma yer bırakmamıştı. Daha sonra üç resim öğretmeni arkadaşı ile atölye açıp çalışmalarını orada sürdürdü. Resim öğretmeni Mustafa Bey, kızım ile ilgili düşüncelerini “Nadide Çiçeğim Nihan” kitabında şöyle dile getirmiş: “Nihan çok başkaydı. Birçoğumuzdan daha fazla üretti, daha fazla sergi açtı, daha fazla etkinliklere katıldı. Sanatı konsantre yaşadı. Nihancığım engelinden dolayı şansızdı ama Aynur Hocam ve Nurettin Ağabeyim gibi bir ailede doğduğu için çok şanslıydı. Engelleri engellemeyi öğrettiler. Onu sevgi dolu bir kozada yetiştirdiler. Onların sayesinde Ayşe Nihan ‘savaşçı’ oldu.” 

Canım kızım yurt içinde ve dışında olmak üzere 13 kişisel sergi açtı ve yüzlerce karma sergiye katıldı. TRT 1’in “Bir İnsan Bir Yaşam” programına katıldı ve artık herkes tarafından tanınan canım kızım iyice meşhur olmuştu. Almanya’da otobüste giderken bir Türk yanımıza gelip “Ben seni tanıyorum TRT1’e konuk oldun” dediğinde gerçekten çok şaşırmıştık. Hep takılırdım “bak beni kimse tanımıyor, sen ise ünlü oldun” dediğimde çok gurur duyardı. 

Nihan’ın MPS tanı alma sürecinden bahseder misiniz? 

Dokuz ay boyunca beklemekten sıkılmadığımız tek varlığımız çocuğumuzdur. Onu ilk kucağıma aldığımda beni annelik duygusuyla taçlandırdığı için çok şanslıydım. Çok güzel bir bebekti. Doktor sağlıklı bir bebeğimiz olduğu müjdesini verdiğinde mutluluğumuz ikiye katlandı. Tüm anne ve babalar dünyaya sağlıklı bebekler getirmek isterler. Ancak, Nihan’ın üç yaşından sonra gelişiminde ilerleme olmayınca Adana, Ankara, İzmir, İstanbul, Sibirya Kurgan’da gitmediğimiz doktor kalmamıştı. Hastalığının teşhisinin konması yedi yıl sürdü. MPS hastalığı iskelet yapısını bozduğu için hep ortopedi doktorlarına gittik. Doktorlar altta yatan hastalığı bilmeyince her gittiğimiz doktor kızıma faydası olmayan tedaviler uyguladı. İlk gittiğimiz doktor kalça çıkığı tanısıyla göğüs altından ayak bileğine kadar alçıya aldı ve dört ay boyunca kalacaktı ve hepimiz için özellikle kızım için çok zor bir süreçti. Bu durumun geçici bir süreç olduğunu ve dört ay sonra sağlığına kavuşacağını düşünerek kendimizi teselli etmenin yollarını arıyorduk. Mutluluk, kaygı, sevinç, küskünlük ömür boyu yaşayacağımız duygulardır. Dört ay sonra alçılar çıktığında çok büyük bir sevinç yaşadık. Ama bu sevincimiz fazla sürmedi. Diğer bir doktor arası atelli (demirli) ayakkabı giymesini önerdi. Bu ayakkabıyı kullanmak oldukça zordu ve istediği gibi hareket edemiyordu. Diğer doktor çelik korse takması gerektiğini söyledi. Onu da denedik ancak yavrumun yılları hep cendereler içinde geçti. En son Ankara’da yedi saat süren femurbaşı yani kalça protezi ameliyatı oldu. O kadar zor bir ameliyattı ki hatta profesör ameliyathaneden çıktığında; “Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, hayatımın en zor ameliyatını yaptım” dedi. Altta yatan hastalık nedeniyle femurbaşı lahana gibi olmuş ve onu toparlamakta doktor çok zorlanmıştı. Ameliyat sonrası Canım, tekrar alçıların içine girdi ve iki ay alçıların içinde kaldı. Ben, annem ve kayınvalidem onu mutlu etmek için bu sıkıntılı dönemi oyunlar oynayarak geçirdik. 

MPS olgularında anestezi uygulamasının yüksek risk taşıdığını ve anestezi alan hastalarda zor hava yolu problemi yaşandığını bu sebeple bu tür ameliyatlarda hastaya yaklaşımın çok dikkatli olunması gerektiğini ve hastalığı iyi bilen anestezi uzmanı tarafından yapılması gerektiğini seneler sonra gittiğimiz uluslararası kongrelerde öğrendik. Canım hayatını kaybedebilir veya vücudunda kalıcı bir hasar oluşabilirdi. Avusturyalı bir arkadaşım kendilerinin de doktoru olan Prof. Dr. Bauer’den bizim için randevu aldı. Hastanede bir hafta kaldık, gerekli tüm tetkikler yapıldıktan sonra sonuçları İngiltere’ye yollayacaklarını ve bize bildireceklerini söylediler. Türkiye’ye dönüşümüzden bir ay sonra hastaneden gelen yazıda “Ayşe Nihan Uğuz Teşhis: Mucopolysaccharidoses Morbus Morqio Tip 4 A” yazıyordu.  

Bize Mukopolisakkaridoz (MPS) hastalığının dünyada tedavisinin olmadığı ve araştırma safhasında olduğu belirtilmişti. Dünyamız başımıza yıkılmıştı. Telaffuz etmesi bile çok zor olan bu hastalık neydi? O yıllarda ne Türkiye’de ne de yurtdışında bu hastalıkla ilgili çalışma yoktu. İlerde bizi neler bekliyor hiçbir fikrimiz yoktu. O dönem internet hayatımıza girmemişti. Bir bilgiye ulaşamıyorduk. Doktorlara sorduğumuzda onlarda üniversitede bu hastalıkla ilgili geniş bilgiye sahip olmadıklarını söylüyorlardı. Çaresizlik, isyan, yalnızlık, kabullenememe… Tüm bu duyguları çok ağır yaşadık. Çaresizilik nedir bilir misiniz hiç? Boğazınızın düğüm düğüm olduğunu, kendinizi boğulur gibi hissettiğiniz oldu mu hiç? Bazen içinden çıkamadığınız öyle anlar olur ki bunu tanımlamakta gerçekten çok zorluk çekeriz. Bazen patika yola savrulduk, bazen virajı alamadık, fırtınalar yaşadık. Hayat her zaman herkese eşit davranmıyor. “Kaderini sev çünkü aslında hayatın bu” der Nietzsche. Eğer değiştiremeyeceğimiz bir kaderiniz varsa onunla yaşamayı öğrenirsek hayatımızı kolaylaştırmış oluruz. 

MPS tanısının ardından tedavi süreci nasıl geçti? 

Öncelikle nadir görülen ve kalıtsal bir hastalık olan MPS ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Mukopolisakkaridoz (MPS) vücuttaki bir enzimin az veya hiç olmaması nedeniyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu hastalık genetik bir hastalık olup kısaca MPS veya depo hastalığı olarak tanımlanır. MPS Tip 4A hastalarında Keratan Sülfatın parçalanmasından sorumlu N-asetilgalaktozamin 6-sülfataz enziminin ya düşük miktarda olması ya da hiç bulunmaması yüzünden hastaların vücudunda aşırı miktarda mukopolisakkarid depolanır. Bu mukopolisakkaridler vücuttan dışarıya atılamadığı için iskelet yapısını zamanla bozar ve pek çok organı etkileyerek çoklu organ tutulumuna yol açar. Hastalık nadir görüldüğünden toplumda çok dikkat çekmemesine karşın dünya ülkelerinin tümünde bu hastalığı yaşayan çocuklar bulunmaktadır. Hastalığın görülme sıklığı ise ülkeden ülkeye değişebilir ancak 200-250 bin doğumda bir görüldüğü tahmin edilmektedir. 

Yıllar yılları kovaladı kızımda deformasyonlar artmaya başlamıştı. Moskova’da görevli bir dostumuz Sibirya Kurgan’da yaşayan, mucizeler yaratan, pek çok başarılara imza atarak Lenin nişanı alan, hatta halk arasında ortopedi cambazı olarak nitelendirilen Prof. Dr Ilızarov’dan bahsetti. Ilızarov 40 yılda geliştirdiği yöntemle kemikleri 10-15 cm ye kadar uzatıyor ve düzeltebiliyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası tıpta yepyeni bir ufuk açılmıştı. Dünyanın pek çok ülkesinde ve ülkemizde bu metot “Ilizarov Yöntemi” adı altında kullanılmakta. Annelik duygusuyla her türlü zorluğu göze alarak kızımla Rusya’ya gitmeye karar verdik. Yıl 1991 ve Rusya henüz dağılmamıştı. Yeşil pasaportum olmasına karşın vize alamıyorduk. Moskova’nın Türkiye Büyükelçiliğini devreye sokarak onlardan davetiye talep ettik, sağ olsunlar hemen yolladılar ve orada da bizimle çok ilgilendiler. Günlerce heyecandan uyuyamadım, bir gün oralara hastalık için gideceğim hiç aklıma gelmezdi. Uzun bir yolculuk tek bir adımla başlar diyerek Moskova’ya gittik. Bizi Moskova’da üniversiteden öğrencim karşıladı. Bizi bir hafta küçücük evlerinde ağırladıkları için kendisine çok minnettarım. Bir hafta içinde tercümanımızı bulmuştuk. Kendisi Türkoloji eğitimi almış ve çok iyi Türkçe konuşan bir kişiydi. Pasaportlarımızı vererek Kurgan’a uçak biletlerimizi almasını rica etmiştik ama ertesi günü geldiğinde biz yabancı olduğumuz için uçak bileti satmadıklarını, trenle gitmek zorunda olduğumuzu söyledi. Üç buçuk gün süren yarı aç yarı tok tren yolculuğundan sonra Sibirya Kurgan’a vardık. “Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey!” der Helen Keller. Denizleri seviyorsan dalgalara katlanacaksın. 

Ertesi gün Prof. Ilızarov’un çalıştığı, kendisi için özel yapılmış enstitüye gittik. Yanımıza asistanını verdi ve tüm tetkikleri yaptırdıktan sonra kendisine teslim olduk. Önce bir bacağa kendi geliştirdiği cihaz takılacak altı ayın sonunda cihaz çıkacaktı. Altı ay ara verildikten sonra aynı işlem diğer bacağa uygulanacaktı. Seneye görüşmek üzere oradan ayrıldık ve Türkiye’ye geri döndük. 1992 yazında tekrar umuda yolculuk başladı. Kurgan’a geldiğimizde Prof. Ilızarov’un kısa bir süre önce kalp krizinden öldüğünü söylediler. Yanında çalışan asistanlar kızımın hastalığı nedeniyle bu riski alamadılar ve Türkiye’ye geri döndük. Belki böylesi hakkımızda hayırlı diyerek kendimizi avutmak istedik. Bazı insanların hayatı her türlü zorluğa karşı mücadele içinde geçer. İşte bu mücadele sabırlı ve sakin olmamızı sağlar. Kaderimizi sevmeyi öğrenmiştik. 

2012 yılının Ocak Ayı’nda Almanya Johannes Gutenberg Üniversitesi Metabolizma Bölümü’nden 20 yıldır beklediğimiz çok güzel bir haber geldi. Her yeni gün, her doğan güneş, her yeni açan çiçek, her yağan yağmur bir mucize değil midir zaten? MPS Tip 4 A hastaları için çıkacak bir ilaç için Faz 3 çalışmalarına davet ettiler. Bir hafta içinde orada olmamız gerekiyordu. Ev de bayram havası esiyordu. Canım’la apar topar Almanya’nın Mainz şehrine gittik. Ayşe Nihan kendi gibi olan kardeşlerinin ışığıydı ve büyük umuduydu. Hiç düşünmeden gönüllü olarak klinik çalışmalara katılmıştı, o gerçek bir savaşçıydı. Üç yıl süren klinik çalışmalar sonrası Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ilacı onayladı ve ilaç piyasaya çıktı. Türkiye Sağlık Bakanlığı pahalı diye bu ilacı ödeme listesine almıyordu. Dernek, hasta ve hasta yakınlarının aylar süren mücadelesinden sonra ilaç geri ödeme listesine alındı ve biz de Türkiye’ye geri döndük. Bu ilaç haftada bir gün, damar yolundan, vücuttaki eksik enzimi tamamlayan ve dört saat süren enzim replasman tedavisiydi. Bu ilaç hastaların yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla üretilmiş bir ilaçtı. Bu arada Türkiye’de metabolizma bölümleri kurulmaya ve bu hastalıklarla ilgili araştırmalar yapılmaya başlandı. Bugün üniversitelerimizin metabolizma bölümlerinde bu hastalıklarla çalışmalar yapan çok değerli hocalarımız bulunmaktadır. 

Üyesi olduğunuz MPS Derneği ile yolunuz nasıl kesişti? Bu süreçte hasta derneği ile yol almanın hastalığı yönetme süreci açısından değerlendirebilir misiniz? 

Kurgan dönüşü artık hiçbir doktora ve hastaneye gitmeme kararı almıştık. Bu arada internet hayatımıza girdi. Çok az da olsa hastalara ulaşabiliyorduk. Almanya MPS Derneği’ne üye oldum. Tıptaki gelişmeleri oradan takip ediyorduk ve uluslararası kongrelere katılıyorduk. Artık yalnız değildik. Bütün arzum Türkiye’de bir MPS Derneği’nin kurulmasıydı ama çok az hastaya ulaşabiliyorduk.  

Aynı kaderi yaşayan insanlar birbirlerini çabuk bulurlarmış. Yıllar geçtikçe dünyanın her ülkesinden kader birliği yapan insanlarla tanıştık. Çevremiz gittikçe genişliyordu. 2009 yılında beş hasta yakını İstanbul’da bir araya gelerek bir tohum diktik ve Türkiye MPSL Hastalıkları Derneği’ni kurduk. Kurucuların her biri farklı şehirlerindendi. Kader bizi bir araya getirmişti. Derneği kurmamızın amacı bu tanıyı alan hasta ve yakınlarına yalnız olmadıklarını hissettirmek, onları bu alanda çalışan doktorlarla bir araya getirmek, hukuki haklarını korumada yardımcı olmak, hak savunuculuğu yapmak, kaliteli bir yaşam sürmelerini sağlamaktı. Hasta yakınları toplantılarımızda psikolog eşliğinde grup ve bireysel terapiler yapmak temel amaçlarımızdı. Büyük bir başarıyla çok şeyler yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Bugün üye sayımız bine ulaştı. Biz artık kocaman bir aileyiz. Bir mum, diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. Onlar bizim narin çiçeklerimiz. 

Yakın bir zamanda Nadide Çiçeğim Nihan isimli kitabınızı okurlarla buluşturdunuz ve imza günü yapıldı. Kitabı yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Biraz kitabın hikayesinden ve yazılma amacından bahsedebilir misiniz? 

“Nadide Çiçeğim Nihan” kitabını yazmayı hep düşündüm. Kızım Nihan hayattayken birlikte pek çok notlar aldık ama kısmet bu güneymiş diyeyim. Özel gereksinimli bir çocuğa sahip olmak hayatın her anında bitmek tükenmek bilmeyen bir savaştır. Zor da olsa kabullenmek ve bize verilen hayata anlam katmak, üretmek, güzelleştirmek bizim elimizdedir yoksa savrulur gideriz. “Garibin hikayesini dinlemek için yine bir garip kulağı gerek” der Mevlana. Zira hayata aynı açıdan değil aynı acıdan bakanlar birbirlerini anlar. Bizi esas yoran şartların ağırlığı değil, bizi yoran insanların sağırlığıdır. Hepimiz bu dünyada bir engelli adayıyız. 6 Şubat depremlerinde binlerce kişi öldü veya engelli kaldı. Kitabımda bu konulara çok geniş yer verdim. Toplumun her kesiminden incinmeler gördük, çok da takdir gördük. Nadide Çiçeğim Nihan kitabım kendi gibi MPS hastası kardeşlerine ve ailelerine ışık tutacaktır. Canım her zaman onların parlayan yıldızıydı, örnek aldıkları ablalarıydı. Şimdi o yıldız gök yüzünde ışığını göndermeye devam ediyor. 

Özel gereksinimli bireyler için eğitim hayatı sürecinde nelerin iyileştirilmesi gerekir?  

Bu kitabımda Milli Eğitim Bakanlığı’na çok göndermeler yaptım ve kitabımı Milli Eğitim Bakanımıza göndermeyi düşünüyorum. Özel gereksinimli bireyler için bir parça faydası olursa çok mutlu olurum. Okullarda özel çocuklarımıza karşı akran zorbalığı maalesef büyük boyutlarda. Koç Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre ailelerin yüzde 57’si çocuklarının özel çocuklarla aynı sınıfta okumasını istemiyor, öğretmenler de istemiyor. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’nın kreşlerden başlamak üzere tüm öğretmenleri, idarecileri velileri nadir hastalıklarla ilgili bilgilendirmesi ve projeler üretmesi gerekir. Ben üniversitede çalışırken staj koordinatörüydüm ve öğrencilerimiz yarım dönem okullara staj yapmaya giderlerdi, onları ben götürürdüm. Yıllarca belki yüzlerce okula gittiğimde okulların yüzde 90’ının fiziki koşulları içler acısıydı. Sosyal devletin en büyük görevi eğitim haklarını tüm vatandaşlara ayrım yapmadan anayasal bir hak olarak vermesidir. Bütünleştirici politikaların uygulanması gerekir. Bu ahlaki bir gerekliliktir. Özel gereksinimli çocuklarımızın en zorlandığı konu eğitimdir. 

Sağlık Bakanlığı’nda Nadir Hastalıklar Dairesi 2020 yılında kuruldu. Engelli sayısının çok olduğu bir ülkede bu dairenin dört sene önce kurulması çok büyük bir ayıbımız. Kızımı ortaokula kayıt yaptırmaya götürdüğümde müdür muavinin kızıma bakıp “okusa ne olacak” demesini hiçbir zaman unutamam. Önemli olan beyindir. Benim kızım bu hayatta sağlıklı insanlardan daha çok üretti, sosyal yaşamın içinde daha fazla bulundu, pek çok bienallere katıldı. Ataol Behramoğlu: “Öğrendik ki iki şey asla terk etmezmiş insanı biri ana, diğeri kalbindeki yara” der. Bizi acıtan bu sözü söyleyen öğretmen bir sene sonra böbrek yetmezliğinden hayatını kaybetti. Hayatımız bir pamuk ipliği olduğunu asla unutmayalım. 

Kitabımda ayrıca engelliler için kullanılan, onları küçümseyen toksikdil kullananlara göndermeler yaptım. Kelimeler aracılığıyla bir insanı en mutlu veya en kederli insan haline getirebilirsiniz çünkü söz büyüdür. Toplumun büyük bir kısmının kullandığı, özel çocuklarımızı ayrıştıran, ötekileştiren, yaralayan, küçümseyen bu toksik dili dönüştürmeden zihinlerde inşa ettiği imgeleri dönüştürmemiz asla mümkün değildir. 

Kitap okurlar tarafından nasıl karşılandı? Kitabınızın okurlarına ve toplumdaki MPS farkındalığına nasıl bir katkı sağlamasını umuyorsunuz? 

9 Mayıs’da Adana Seyhan’da gerçekleşen “Nadide Çiçeğim Nihan“ kitabımın imza gününe pek çok dostum gelerek beni o gün yalnız bırakmadılar. Kitabımla ilgili çok güzel dönüşler alıyorum. İnsanlar hem benim hem Canım’ın mücadelesini kutluyorlar. Kızımı tanımayanlara bir farkındalık yarattım. Bu hastalığı ve farklı yaşamların olduğunu, olumsuzu olumluya çevirdiğimizi gördüler. Bu kitabı okuyanların ufak tefek şeyleri dert etmeyeceğini düşünüyorum çünkü bazı insanlar sürekli şikayet ederek hem kendine hem çevresine sıkıntı verirler. Umarım engellilere bakış açılarını değiştirirler. Geri dönüşlerin çoğunu telefonla aldım. Yazar bir arkadaşım Azem Hanım Instagram da şu sözleri paylaşmış: “Senin dediğin gibi engel beyinlerde olmasın! Senin gibi yürekli birinin yaptıkları bizlere büyük dersler içeren kitabı okudukça kendimden utandım. Ve anneler, ahhh yürekli, yüreği sevgi dolu anneler her şeye rağmen evladı için olmazı olduran anneler… Her birinin yüreğine dokunup, gözyaşlarını silmek hepimizin insanlık borcudur ama görmezden gelmek, kabul etmemek ve en acımasızı bananecilik çok fazla. Dünya dönüyorsa eğer senin gibi melekler ve annen gibi yürekli insanlar yüzünden dönüyor. Bu arada annen ile sağlık için ülkelerde gezerken bizler de çok bilgiler edindik. 35-40 metrekare evlerde yaşayıp, bir çorap bile alamayan ülkelere bakarken kendi ülkemize şükür ettik, insanlık olarak engelliler için yaşam köyleri yapan ülkelere gıpta ettik. İnşallah bu kitabı herkes okur ve yol almamız için bir etken olur. İyi ki bu dünyadan geçtin, iyi ki tanıdık seni nadide çiçek.” 

Diğer çok yakın arkadaşım: “İnsanoğlu gençliğine umut ve hayalleri ile yaşar. Evlenme çağına geldiğinde yuva kurmak, çocuk sahibi olmak ister. Maalesef evren insanları eşit koşullarda yaşatmıyor. Bu nedenle gelecekte neler yaşayacağımızı bilmiyoruz. Sevgili arkadaşım Aynur Uğuz’un yazmış olduğu Nadide Çiçeğim Nihan kitabını okurken Stoa felsefesinde geçen ‘İnsanoğlu bu dünyaya acı çekmeye geldiğini unutma’ sözünü anımsadım. Okuduğum bu kitaptan çok etkilendim. Mücadelelerini ve azimlerini zaman zaman ağlayarak okudum. Sevgili arkadaşımın 45 yıl süren çetin mücadelesi kitap haline dönüştürmesi insanlara, üst düzey yetkililere, belediyelere, Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’na verdiği mesajlar çok değerli. Aynur sana sağlık, mutluluk dilerken  eline, yüreğine, beynine sağlık diliyorum. Sen bu kitabı yazarak Nihan’ı bir kez daha ölümsüzleştirdin. Bu kitabın herkes tarafından okunmasını öneririm. Öğreneceğimiz çok şey var. Felsefe öğretmeni Selver Seğmen.” 

Son olarak buradan topluma vermek istediğiniz bir mesaj var mı? 

“Kendi planlarımızı yapıyorduk ama kaderinde planları olduğunu unutmuştuk” der Dostoyevski. Sevgi toplumları ayakta tutan en önemli değerlerden biridir, karşılıksız menfaat ilişkisi olmayan bir sevgi. Saygı, hoşgörü, adalet, eşitlik, yardımlaşma, fedakârlık, alçak gönüllülük bizleri insan yapan kavramlardır. 

Sevgili anneler, öğretmenler çocuklarımızın yüreklerine sevgi tohumları ekin, vicdanlı olsunlar! 

Güzel bir dünyada sağlıklı yaşamak dileklerimle. 

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar