Yağmur veya kar yağdığında, gökyüzünden yalnızca su değil, aynı zamanda insan yapımı bir kimyasal olan triflorasetik asit (TFA) de yeryüzüne iniyor. Bu madde, dünya genelinde göl ve nehirlerde; şişelenmiş içme sularında ve biralarda; tahıl ürünlerinde, hayvanların karaciğerlerinde ve hatta insan kanı ile idrarında tespit edildi. Araştırmacıların TFA seviyelerindeki değişimleri izlediği her yerde, bu kimyasalın yoğunluğunun
Yağmur veya kar yağdığında, gökyüzünden yalnızca su değil, aynı zamanda insan yapımı bir kimyasal olan triflorasetik asit (TFA) de yeryüzüne iniyor. Bu madde, dünya genelinde göl ve nehirlerde; şişelenmiş içme sularında ve biralarda; tahıl ürünlerinde, hayvanların karaciğerlerinde ve hatta insan kanı ile idrarında tespit edildi. Araştırmacıların TFA seviyelerindeki değişimleri izlediği her yerde, bu kimyasalın yoğunluğunun arttığı gözlemleniyor.
Son 40 yıl içinde Almanya’daki ağaç türlerinin yaprak ve iğne yapraklarında TFA seviyeleri beş ila on kat arasında artış gösterdi. Araştırmacılar, Kanada’nın Arktik bölgesinden alınan buz çekirdeklerinde ve Danimarka’daki yeraltı sularında da TFA seviyelerinin yükseldiğini belgeledi.
TFA’nın birikmesinin başlıca nedenlerinden biri, doğadaki süreçlerin bu bileşiğin güçlü karbon-flor bağlarını kıramaması. Bazı tanımlara göre TFA, “kalıcı kimyasallar” olarak da bilinen perflorlu ve poliflorlu alkil maddelerin (PFAS) en küçük örneği. Bu maddeler, çevrede son derece uzun süre kalabildikleri için bilim insanları tarafından “sonsuz kimyasallar” olarak adlandırılıyor.
TFA’nın sağlık üzerindeki etkileri ise henüz kesinlik kazanmış değil.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), 1998’den bu yana TFA risklerini izliyor ve kimyasalın 2100 yılına kadar düşük risk taşıdığını değerlendiriyor. Ancak, geçtiğimiz yıl BM üye ülkeleri UNEP’den bu değerlendirmeyi yeniden gözden geçirmesini talep etti.
Bununla birlikte, bazı ülkeler TFA konusunda şimdiden önlemler almaya başladı. Haziran 2024’te, iki Alman federal kurumu, TFA’nın üreme zehiri ve çok kalıcı, çok hareketli bir madde olarak sınıflandırılması için Avrupa Kimyasallar Ajansı’na (ECHA) resmi başvuruda bulundu.
Ekim 2024’te, Avrupa’nın çevre bilimcileri artan TFA seviyelerinin geri dönüşü olmayan zararlara yol açabileceği uyarısında bulunarak, bu kimyasalı ‘gezegen sınırları’ için tehdit olarak nitelendirdi. Bilim insanları, Avrupa Kimyasallar Ajansı’nın (ECHA) değerlendirdiği ve TFA’yı da kapsayan tüm PFAS maddelerinin yaygın şekilde yasaklanmasını destekliyor.
Ancak bazı bilim insanları, TFA’nın PFAS tanımına dahil edilmemesi gerektiğini savunuyor. Bunun sebebi, TFA’nın diğer PFAS’lar gibi insanlarda ve hayvanlarda birikmemesi. Örneğin, ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) şu anda TFA’yı PFAS olarak değerlendirmiyor.
Dolayısıyla, denetleyiciler ve bilim insanları TFA’nın etkileri konusunda ikiye bölünmüş durumda.
Basit molekül, karmaşık kökenler
TFA çevreye birçok farklı yolla karışıyor.
Kaliforniya’daki Scripps Araştırma Enstitüsü’nden kimyager Reza Ghadiri’nin belirttiği gibi, TFA akademik araştırmalarda, özellikle biyoloji çalışmalarında peptid hazırlamak için kullanılıyor. Ancak çok daha yaygın şekilde, tarım kimyasalları, ilaç ve ince kimyasallar sektörleri, TFA’yı flor içeren daha büyük moleküller üretmek için bir bileşen olarak kullanıyor ve bu süreçte TFA endüstriyel tesislerden çevreye sızabiliyor.
Endüstriyel atıklar TFA kirliliğinin sadece bir kaynağı. Bazı kimyasallar çevrede parçalanırken TFA oluşturabiliyor. Bu öncü kimyasallar arasında pestisitler, tüketim sonrası atılan veya depolanan ürünlerden sızan PFAS’lar ve atık su arıtma tesislerinden geçen ilaç kalıntıları yer alıyor. Bu durum, TFA’nın karasal sularda birikmesine yol açıyor, ancak yağmura karışmıyor; çünkü su buharlaştığında, tuz gibi TFA geride kalıyor.
Yağmurdaki TFA ise farklı kaynaklardan geliyor. Başlıca bazı florlu gazlar (F-gazlar), özellikle soğutucular ve bina yalıtımında kullanılanlar. Bu gazlar, klima üniteleri ve yalıtım köpüklerinden, çoğunlukla ürünler kullanılırken ya da atılırken sızıyor.
Bilim dünyasının TFA’ya ilgisi, 1989 yılında yürürlüğe giren Montreal Protokolü ile başladı. Dünya, kloroflorokarbonlar (CFC’ler) gibi, soğutucu ve aerosol olarak kullanılan gazların, Dünya’nın koruyucu ozon tabakasına zarar vermesi nedeniyle kullanımını kısıtlamayı kabul etti.
F-gazların yerine geçen maddelerin gezegene yabancı bir kimyasal kazandıracağı endişesiyle, araştırmacılar TFA’yı yoğun şekilde incelemeye başladı. Beklenmedik şekilde, TFA’nın yağmur, kaynak suları ve nehirlerde önemli düzeylerde zaten var olduğu tespit edildi; bu da başka kaynakların bulunduğunu gösteriyordu. Gerçekten de, Arktik’ten alınan buz çekirdeklerinin sonraki analizleri, TFA’nın burada karla birlikte en az 1969 yılından beri biriktiğini ortaya koydu.
Trifloroasetik Asit (TFA) seviyeleri dünya genelinde artıyor
Son yıllarda, insan yapımı kimyasal bir madde olan trifloroasetik asit (TFA) doğada giderek artan seviyelerde tespit ediliyor.
TFA, perflorlu ve poliflorlu alkil maddeler (PFAS) ailesinin küçük bir üyesi olarak kabul ediliyor. Bazı PFAS türleri insan sağlığına zararları nedeniyle uluslararası yasaklara tabi tutulurken, TFA’nın etkileri hâlen net değil.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı, mevcut veriler ışığında TFA’nın 2100 yılına kadar düşük risk oluşturduğunu belirtiyor; ancak birçok bilim insanı ve çevre örgütü, artan seviyelerin ekosistemlerde geri dönüşü olmayan hasarlar yaratabileceği uyarısında bulunuyor.
TFA’nın başlıca kaynakları arasında endüstriyel tesislerden sızan kimyasallar, pestisitler, ilaç atıkları ve soğutucu gazlar bulunuyor. Bu çeşitlilik, sorunun çözümünü karmaşık hale getiriyor.
Sonuç olarak gelecekte alınacak kararlar, insan sağlığı ve aynı zamanda gezegenin ekolojik dengelerinin korunması açısından hayati önem taşıyor.
Kaynak:














