İnsanca duyguları hatırlatan oyun Güzel Bir Gün başlıyor

İnsanca duyguları hatırlatan oyun Güzel Bir Gün başlıyor

Bizim Evin Halleri’nin Rüzgar’ı, Muhteşem Yüzyıl’ın Hüseyin Çavuşu, Şevkat Yerimdar’ın Niko’su ve çok daha fazlası… Bugüne kadar oynadığı pek çok rolün ardından akıllarda ve kalplerde iz bırakan ünlü oyuncu Burak Demir, tek kişilik yeni tiyatro oyunu Güzel Bir Gün ile mayıs ayında seyircilerin karşısına çıkıyor. Annesi Rum, babası Müslüman bir adamın, Ferit Rıza’nın hayatının dönüm noktalarını kendi ağzından dinleyeceğimiz hikaye, unuttuğumuz tüm insanca duyguları hatırlatıyor. Hem içinde barındırdığı aşk hikayeleri hem de Türkiye’nin toplumsal ve siyasi tarihine yaptığı naif göndermelerle kalplere dokunacak bu yeni oyunu Burak Demir ve bugüne kadar 22 oyun kaleme alan oyunun yazarı ve aynı zamanda yönetmeni Cem Kenar’la konuştuk.

Burak, bir yıl aradan sonra yeni bir oyunla çıkıyorsun seyircilerin karşısına. Nasıl bir hikayeyi sahneye taşıyorsunuz?
Burak Demir:
Çocukluğum gibi, yani gayet “insani” bir hikaye. Ben çocukken mahallemizde birçok farklı etnik kökenden insan vardı. Çocuklar toplanır, saklambaç oynardık. Kimse kimseyi kandırmazdı, kimse kimsenin kim olduğunu sormazdı. İnsanlar ayrıştırılmazdı. “Azınlık” denen o negatif kelimeyle hitap etmezdik kimseye. Bu oyun bana geldiğinde, metinle ilk karşılaştığımda bunu hissettim. İki farklı kültürle büyümüş bir adam var burada. Müslüman bir babadan olma, Rum bir anneden doğma Ferit Rıza’nın trajikomik hikayesi. Son bir yıldır aradığım böyle bir metindi. Çünkü insanca yaşamayı hem benim hatırlamaya ihtiyacım var hem de anlatmaya. Eğer bu mesleğin içindeysem seyircime bir şeyleri anlatmalıyım. O yüzden de böyle bir oyun gelince çok heyecanlıyım. Oyunda politik bir söylem yok. Bahsedilenlerin hepsi gerçek. Türkiye coğrafi olarak rengarenk bir toplum. Bir olmadığımız dönemler hala devam etse de, hepimizin birlikte yaşaması lazım. 

Bu oyununçok güzel derdi var: “İnsan olun” diyor. Çünkü gerçekten değiliz. Sabahları haberleri dinliyorum ve görüyorum ki insanlığımız bitmiş halde. Ben 78 doğumluyum. Çocukluğumda hatırlıyorum mahallede insan nedir bilirdik. Bu kadar mı çabuk kaybettik insanlığımızı? Üstelik bizim toplumumuzdaki mahalleden gelme hikayesi inanılmaz güzeldir. Şu an oturduğum yerde “günaydın” dediğimde karşılık alamıyorum maalesef. Bu çok üzücü bir şey. Ben sadece komşuma değil, esnafa simitçiye “merhaba” diyen biriyim. Bazıları duyunca şaşkınlıkla bakıyor. Siyasi olaylar bu oyunun arka planı. Benim önceliğim bu oyunda “kardeşim insan olun, insanca sevişin” demek ve bu çok değerli. 

Cem Kenar:Hikayede toplumsal olayların üç kişilik çekirdek bir aileye yansımasını görüyoruz. Baktığımızda bu olaylar bizim ailemizin içinde değil ama bize bir yansıyış şekli var. Ben bir kız babasıyım. Bir kadına vurmak, kızıma vurmak demek benim için. Psikolojik olarak kabul edemiyorum. Bunlardan rahatsız olmayan topluma dönüştüğümüzde her şeyi kaybettik demektir. Tepkisiz kalmak, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın demek çok yanlış. Bunu dönüştürmemiz gerekiyor. Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz ama bizi yöneten anaerkil toplumdur. Çünkü bütün bu şikayet edilen erkekleri anneler yetiştiriyor. Nasıl yetiştirirseniz öyle büyüyor. Bu adam da öyle. Babasından da bahsediyor ama birçok şeyi annesinden öğrendi. Anne babasının ilişkisi adamın oyunda bahsettiği tüm ilişkilerine yansıyor. Önemli olan birey olarak ne ektiğimiz, nereye gideceğimizi görebilmemiz.

Oyunun hikayesi nasıl çıktı. Gerçek hikaye mi anlatılan?
Cem:
2000’li yılların başında bir gün Savaş Ay’ın A Takımı programına denk geldim. Tam Fransız Konsolosluğu’nun önünde bir adama mikrofon tutmuştu ama adam hiçbir şeye cevap vermedi. Şık ve modern bir giyimi vardı adamın ve tebessüm ederek pipo içiyordu. Sonra pipodan son bir nefes aldı, döndü ve kağıt toplama arabasını alıp meydana doğru yürüdü. Yaklaşık iki yıl önce, Galata’dan aşağı inerken kağıt toplama arabasına yaslanmış, pipo içen, üstündekiler hırpani bir adam gördüm. Ama gidip adama “siz o musunuz?” diyemedim. Ferit Rıza hayali bir kahraman ama ben gördüğüm o kağıt toplayıcısında Ferit Rıza’ya hayat vermiş oldum. Burak’ın söylediği gibi azınlık kim? Biz 1071’de bu toprağa gelmiş insanlarız. Rumların çözülemeyen bir tarihi var. Kim daha azınlık? Sümerler, Mezopotamya, Yunanlılar hepimiz bu topraklardan beslenen kitleyiz. Benim için piramidin en üstünde insan, en altlarda ise milliyet, din var. Önce insan olmalıyız. Bunu yazarken de insan olmayı anlatmak istedim. Aristoteles’in cümlesi benim için çok çarpıcıydı: “Yalnızlıktan hoşlanan ya vahşi bir hayvandır ya da tanrı.” Biz yalnızlaşmış ve yalnızlaştırılan bir toplumda yaşıyoruz. Bugünün dünyasında iletişim kuramayan insanlarla karşı karşıyayız. İnsan olmakla ilgili bir derdim var. Kadınlarla da derdim var. Bu yüzden pek çok kadın oyunu da yazdım. Bir şeyler değişecekse kadınlar tarafından değiştirileceğine inanıyorum. Çünkü estetik duygusunu kadınlardan öğrenen bir cinsiz. Oyundaki bu adamda yaratmaya çalıştığım buydu. Zarif, düşünceli ve kadınların özlediği bir adam var. Zaman içinde böyle bir hikaye oluştu. Toplumsal tarihimize bir bellek oluşturuyor bu oyun. Tarihleri bilerek yazmadım ama olayları bilenler için hikayeleri anlam ifade edecek. Bilmeyenler de açıp baksın istiyorum. Kütüphaneye dönmek gibi bu oyun benim için.

İlk defa tek kişilik bir oyun sahneliyorsun. Nasıl bir deneyim oldu senin için?  
Burak: 
Evet, ilk defa tek kişilik oyun oynuyorum. Üç-dört yıl önce gelseydi tek kişilik oyun, yapamam derdim. Tek kişilik oyun için bence bir aktörün kendini hazır hissetmesi lazım. Yaş, tecrübe, bilgi gerekiyor. Durumu kontrol edebileceğiniz tek nokta sizsiniz. Her şeyi hatırlamak, kontrol etmek zorundasın. Pas atabileceğin, bir şeyi unuttuğunda sana destek olabilecek kimse yok. Seyirciyle baş başasın. Bunun heyecanı zaten çok yüksek, çok ayrı bir şey. Zorlanmıyor muyum? Tabii ki zorlanıyorum. Mesele 10 sayfa metni ezberle çık değil ki. Bu bir performans meselesi. Şiir de değil, bir hikaye anlatıyorum. Biraz seyirciyle paslaşma halinde, inanılmaz keyifli. 20 yılı aştı bu meslekteki profesyonelliğim. Ne mutlu ki yaptığım tüm projelerden hep güzel dönüşler aldım. Bir aktör daha ne ister ki. Gerçek alkışları almak çok güzel. 

İki farklı kültürün iç içe geçmesiyle büyüyen bir adamdan bahsediyoruz. Karakterini sen Burak olarak nasıl değerlendirirsin?
Burak:
İki sezon boyunca annesi Rum babası Türk olan Niko gibi bir adamı oynadım. Bu adam mahalle muhtarı oluyor, entelektüel bir adamdı. Onun üstüne o kadar güzel denk geldi ki. Ferit Rıza üzerine çok da düşünme ihtiyacı duymadım, işimi çok kolaylaştırdı. Burak olarak da aşkları üzerinden gidiyorum. Çünkü aşk çok insani bir şeydir. İlkokul aşkını anlatırken de duygulanabiliyor insan. Çünkü çok naif. Eğer Cem bu aşkları kullanmasa bu kadar etkileyici olmayabilirdi. İnsan aşkıyla vardır bence. Aşk duygusunu yaşamamış kişi mutlu ve huzurlu olamaz. Yine Aristoteles’in sözüne dönüyor. 

İzleyenler nasıl hislerle çıkacaklar salondan?
Burak Demir:
Oyuncu olarak niyetim oyunun sonunda eğer bekleyen olursa: “Baba bir oturalım da iki muhabbet edelim” dedirtmek. Derdim oyunda seyirciye bu sıcaklığı vermek. Seyircinin dilediği gibi her şeyi sormasını ve sarılmasını çok istiyorum. Çünkü gerçekten çok insani bir şey anlatıyoruz. İnsan anlatıyorum. 

Cem Kenar:İzleyenler arasında anne baba varsa çıktıktan sonra oturup çocuk yetiştirme üzerine, iki sevgilinin ilişki üzerine veya iki arkadaşın arkadaşlıkları üzerine bir şeyler konuşmalarını sağlayacak bir oyun.

Burak, toplumsal sorunlara da oldukça duyarlı bir insansın. Bir sanatçının bu konulardaki desteğinin önemi nedir sana göre?
Burak Demir:
Genelde buna dikkat etmeye çalışıyorum. Sanatçılar bir kuvvet olarak görülüyor. Bu da çok doğru bir şey; çünkü, bir sanatçının bir yere ulaşması daha kolay ve etkili olabiliyor. Sanatçının arkasında seyircinin, halkın sevgisi ve inancı var. O yüzden sosyal sorumluluk projelerine destek vermek çok önemli. Ben de istekleri her zaman karşılamaya dikkat ettim. Zaten benim mesleğimin gerektirdiği bu. Ben birileri için bir şeyler yaptığım sürece varım. Bir sanatçının özellikle gönüllülük kavramını yaygınlaştırması farklı bir boyuta taşıyor. Kültür elçilerinin hepsi sanatçıdır. Çünkü sanatçının dili üst dildir, siyaset üstü dildir. Yani sanatçı bir taraf ya da bir renk olmamalı, olamaz. Çünkü derdi zaten her şeye karşı muhalif olmaktır. Sanatçının görevi de budur. Toplum için toplumun yanındadır. Kimliğini ayırarak değil ama içinde var olarak. Buna inanan bir adam olduğum için de bu mesleği seçtim. 

Peki, önümüzdeki süreçte tiyatro dışında farklı projelerin olacak mı? Yaz dönemi için bir sinema filmi ya da gelecek sezonda dizi projesi var mı? Seni ekranlarda da görebilecek miyiz?
Burak Demir: 
Tabii ki olacak. Şu an teklif aldığım birkaç proje var ancak henüz netleşmediği için bunlar hakkında konuşmam doğru değil. Önemli olan, iyi şartlarla huzurlu bir set ortamında çalışabilmektir zaten. Umarım böyle bir huzurlu bir projeye denk gelirim. Amacımız yaz döneminde Güzel Bir Gün oyununu birçok yere turneye götürmek. O yüzden diziden ziyade sinema yapmayı istiyorum.

Son olarak, aynı zamanda şu aralar ikinci kez baba olmayı bekliyorsun. Bununla ilgili söylemek istediğin bir şeyler var mı?
Burak Demir: 
Bizim mesleğimizde oyun çıkarmak doğuma benzetilir. 7 Mayıs’ta Güzel Bir Gün prömiyer yapacak. Hatta belki de kızım Mavi prömiyer günü doğacak. Ben iki doğum heyecanı birden yaşıyorum. Ne mutlu ki yedi yaşında Kuzey isminde bir oğlum var. Bana hayatı yeniden öğreten bir duyguymuş babalık. Bunu ikinci kez yaşayacak olmak benim için büyük mutluluk. 

Selin Babacan
ADMINISTRATOR
PROFİL

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar