Köpekleri uyutacağımıza kendimiz bir uyansak mı?

Köpekleri uyutacağımıza kendimiz bir uyansak mı?

Sokak köpeklerine dair hazırlanan yasa tasarısı haftalardır ülkenin en sıcak gündemlerinden biri. SosyalUp editörlerinden Eray Çoşan, kamuoyunda çok ses getiren ve tepkiyle karşılanan bu yasa tasarısı ile ilgili görüş ve önerilerini kaleme aldı.

Hangi sektör ya da alan olursa olsun birtakım tasarılar hazırlanıyor, mecliste görüşülüyor, kabul ediliyor ya da edilmiyor. Ancak bu yasa tasarılarının pek çoğunun ortak özelliği ne yazık ki hazırlanırken tüm paydaşların fikrine başvurulmaması oluyor. Halbuki iletişimde paydaş haritası kritiktir. Projeye etki edecek olan ya da etkilenecek olan tarafları temsilen grupların tanımlanması son derece önemlidir. Hedefin belirlenmesi, durum tespiti, ihtiyaç analizi, zaman ve bütçe planı, kısa vade ve de uzun vadede iyimser senaryolar, hedeflenen sonuçlar ve görevler tüm aşamalarda paydaşlardan alınan görüşler olmadan ve en başından beri işbirliği sağlanmadan başarılı olan bir projenin olabileceğine de inanmıyorum.

Sokak köpeklerinin uyutulması diye adlandırılan, kısaca milyonlarca köpeği öldürecek bir kanunun çıkma ihtimali bile bizi korkutuyor değil mi? Belki de oluşan tepkiler yüzünden çıkmayacak ya da revize edilecek ancak bu gerginliğe gerek var mıydı? Bu yapılmadan önce, örneğin ilk akla gelen paydaş olan hayvan sağlığı ve refahı için yemin eden ve bunun eğitimini alan veteriner hekimleri temsil eden birliğe sormak kimsenin aklına gelmiyor mu? Zaten yıllardır bu işe kafa yoran, hayvanların ihtiyaçlarını ve tepkilerini bilen, gerektiğinde müdahale edebilen yani sahayı deneyimlemiş insanlara sormak varken neden bu ilgisizlik ve saygısızlık. Bu da bizleri bir süre daha oyalamak için ortaya atılan ve aslında gerçekleştirilmeyecek bir girişim mi? Belki de onların da kısırlaştırma ile neredeyse aynı maliyete varan bir uygulamayı yapmaya niyetleri zaten yok mu? Kim bilir? Netice de bu tartışmalar başlayalı uzun zaman olmuş olmasa da veterinerler halen daha yasa tasarısının içeriğini bilmiyorlar. Tasarı Meclis gündemine girdikten sonra bir yetkili dönüp önerilerini istiyor ve onlar da iletiyor; ama dikkate alınacak mı o bile bilinmiyor.

Netice de görüş alınsa da alınmasa da veya bu bir kurgu olsa da olmasa da bir sorun var. Bazılarımız için sokak köpeğinin saldırısına uğrayan bir tanıdık, bazılarımız için ise yol kenarlarında yemek bekleyen köpeklerin hali can acıtıcıydı. Ancak bize sunulan bu uyutma senaryosunu düşünüyor olmak bile hepimizi huzursuz etti mi, etti. Bu tasarıları hazırlayanlar neyi yapmamaları gerektiğini aslında gayet iyi bildikleri halde yapmıyorlar ve sadece insanları birbirine düşürdükleri yetmiyormuş gibi hayvanlara karşı düşmanlığı körüklüyorlar. Ne yazık ki bu düşmanlık insandan insana, sonra hayvana ve tüm canlılara sirayet ediyor. Gittikçe daha çok kutuplaşıyoruz, ters düşüyoruz; orta yol bulmak, birbirimizi anlamak ve birlikte hareket ederek çözüm üretmek bu kadar kolayken biz daha da ayrılıyoruz.

Sonunda bakıyoruz konuşulan senaryoların hepsinde bir boşluk var. İletişim ve işbirliği eksikliğinin yarattığı boşluk, gerçek bilgiye ve bilime kulak vermeden konuşulanların uğultusu… Bu uğultuya bir de ben eklenmemek için Türk Veteriner Hekimleri Bşk. Murat Arslan’ın farklı mecralarda yaptığı açıklamaları kendi sesimle buluşturdum ve başlıyoruz.

Hayvanları korumak için hiç mi bir şey yapılmadı, yapıldı hakkını yemeyelim. Kanun zaten var. 20 yıldır 5199 Hayvanları Koruma Kanunu çıktığında belirlenen maddeler uygulansaydı çok da iyi bir durumda olabilirdik. Bugün yaşadığımız hassasiyet olsaydı, gereklerini yerine getiriyor olsaydık sorun bu hale zaten gelmezdi. Şu anda önümüze konan çözüm diye anılan şey Türkiye’de geçmişte ne yazık ki zaten denenmiş, binlerce köpekten kurtulmak için yapılmış bir girişimin sonucu. 1920 yılında 80 bin köpeğin gönderildiği ve ölüme terk edildiği Hayırsız Ada diye bir yüz karamız var. Bu girişim başarılı olsaydı, zaten şu anda sokaklarda köpekler olmamalıydı ama var. Uyutma da olsa, kısırlaştırma da olsa hemen sonuç alınamaz. Bunun ancak bir seferberlik halinde yapılırsa başarıya ulaşacağı ise herkesin savunduğu ve önerdiği tek yöntem. Mühim olan kısırlaştırmanın çok az sürede yüzde 75’lere ulaşacak şekilde kurgulanması ve sonrasında da takip edecek sürekliliği olan bir altyapının tesisi.

Eksikler:

· Durum tespiti eksik, çünkü sağlıklı veri yok. Sayılar net değil. Bir dönem kayıt altına alındı. 2 milyon hayvanda mikroçip var ve 2022’nin sonunda kanun süresi bitti. Her yaştan hayvana mikroçip takılması lazım yoksa sokağa bırakılan hayvan sayısı artacak çünkü insanlar kolayca hayvanlarını sokağa bırakabiliyor ve bunun hiçbir yaptırımı yok.

· Altyapı eksikliği var. İstanbul’daki barınakların 6 ila 7 bin arasında kapasitesi olduğu söyleniyor. Hayvanları 30 gün tutmak için bile yeterli kapasiteye sahip değiliz, nasıl sahiplendirmeyi planlıyoruz ki? Kayıtlı 500 bin hayvan olduğu belirtiliyor ancak İstanbul’da 2 – 10 milyon arasında sokak köpeği olduğu söyleniyor ve bu bizi hiç şaşırtmaz herhalde. Çatalca tarafına yolculuk yaptığınızda zaten sayılara inanamayabilirsiniz.

· İşbirliği eksikliği var. Belediyelerin ve merkezi yönetimin işbirliği şart; meslek örgütleri, gönüllüler, STK’ların birbirini dinlememe ve öğrenmeme ve bazılarında tahammül sorunu var. Kutuplaşma sorunu var. Ayrıca yerel yönetimlerin hepsinde Veteriner İşleri diye bir birimler yok, Park Bahçeler Müdürlüklerine bağlı çalışılıyor.

Öneriler:

· Ötenazi bir çözüm değildir. Vicdanı açıdan değerlendirmeyi bir tyaha bıraksak bile, teknik olarak uygulanabilir değildir. Yapılacak şey, seferberlik halinde işbirliği yaparak öncelikle altyapının düzenlenmesi, bakım evlerinin sayısının artırılması ve sonrasında sahipsiz köpeklerin hızlı bir şekilde kısırlaştırılması. Ardından uysal, sağlıklı ve insanlarla yaşamayı başarabilen köpeklerin ise doğal ortamlarına geri bırakılmasıdır. Kötü ve saldırgan olanlar zaten geri bırakılamaz, bunların rehabilite edilmesi gerekir.

· Saldırgan köpekleri yakalamak zaten çok zordur. Bu işlem için yeterli ekiplerin sağlanması gerekir. Yerel yönetimlerden geri dönüşler alınarak, saha tecrübesinden faydalanarak proje üretilmelidir.

· Büyükşehir, il, ilçe belediyeleri bu konuya zaman ayırmalıdır. Belediyelerde ilgili yapının güçlendirilmesi gereklidir. Merkezi bütçenin bu işi yürütemeyecek belediyelere destek olması ve bu projeler için ortak bir fon oluşturulması gerekiyor.

· Veteriner İşleri Müdürlüğü belediyelerin hepsinde olmalı. Veteriner hekimler destek vermeye hazır olduklarını hep platformda belirtiyor. İl Özel İdareleri kontrolünde serbest veterinerlerden ya da kliniklerden yardım alınabilir.

· Belediyelerin bakım evlerini yapmalı ve buralar veteriner hekim, yardımcı ekipler, yakalama ekipleri açısından hazır hale getirilmelidir. Kurumsal altyapı yeterli hale getirilmelidir. Yerel yönetimde kısırlaştırma yapılıyor ve kulaklarına küpe takılarak gönderiliyor. Bunun iyileştirilmesi sağlanmalı. Bu sayede tarama ve takip mümkün olur, veri eksikliğinin de önüne geçilir.

· Hayvan satışı ve izinsiz üremenin önüne geçmek için de önemler alınmalı.

· Ormanlık bir alanın çevrilerek büyük alan yaratılması çözüm olmayacaktır. Bu ancak çok sınırlı sayıda hayvan ile yapılabilir, Ancak İstanbul’da bulunan kadar hayvanı bir alana kapatırsanız aşısını yönetemeyebilir ve salgın hastalığı önleyemezsiniz. Ayrıca hayvanlar çeteleşmeye yatkındır. İlk gelen 10 hayvan, birkaç gün sonra gelen yeni hayvana zarar verir. Özel bölümler yapılması gerekir.

· Belediyeler veteriner fakültelerinde okuyan öğrencilerle, geleceğin veterinerleri ile işbirliği geliştirebilir.

· Bireysel hareket eden gönüllüler yerine belediyelerin yaptığı çalışmalarda görev almak isteyen gönüllüler yaratılabilir. Besleme gibi destek çalışmaları düzenli olarak, gerekli görülen alanlarda ve ihtiyaç olunan kadar yapılabilir.

· Toplumsal bir sorun haline gelen ve pek çok alanda olduğu gibi burada da insanları kutuplaştıran bir durum yaşanıyor. Hayvanseverler hayvanlara yardım ettiklerini sanarken daha da çözülemez bir sorunun sorumlularından biri haline geliyor. Yerel yönetimlerin bugüne kadar yaptığı çalışmalar esnasında saldırgan olan köpeklerin toplanması ve bakım evlerine götürülmesi esnasında hayvanseverliği farklı bir boyutta yaşayan kişilerin şiddetine maruz kalan belediye çalışanlarının olduğu söyleniyor. Yapılması gereken hasta örneğin kuduz olan, agresif ve çevresine sadece insanlara değil diğer hayvanlara da saldıran ve zarar veren köpeklerin toplatılması ve bakıma kavuşmasıdır. STK’ların da kendileri sorgulaması lazım. Meslek örgütleri, yerel yönetimler, akademi, merkezi yönetim, gönüllüler hep birlikte bu toplumsal sorunu çözmek için hareket etmelidir.

· İnsanlar, hayvanlar ve tüm canlılar biyoçeşitliliğin bir parçası. Yanlış alanlarda, kontrolsüzce beslenen köpeklere verilen yemekler küfleniyor ve ne yazık ki bunlar, beslenen kuşlar ve pek çok hayvan için zehirli hale gelebiliyor. Ya da aynı şekilde çevre kirliliğinin en üst seviyede görüldüğü alanlar oluşabiliyor. Sokaklarda üstü üste yığılmış mama kümeleri o alanlarda köpek popülasyonunun artmasına ve bu köpeklerin alan sahiplenmesi sebebiyle birbirlerine saldırmalarına kadar giden sonuçlara sebep olabiliyor.

· Özel kliniklere sahipsiz hayvanları sahiplendirme yetkisi de verilmeli. Bunu şu anda resmi kurumlar yapıyor. Oysa sokaktan hayvan sahiplenmek isteyen kolayca bir kliniğe giderek ilgili formu doldurarak bunu yapabilsin.

· Kısırlaştırmanın maliyeti tartışılmaktadır ancak bu konuda veterinerlerin açıklamalarına göre ötenazi ile kısırlaştırma maliyetleri arasında maddi açıdan büyük bir fark yoktur. Mühim olan sürekliliği olan ve uzun vadede de olsa pozitif sonuçlar alınabilecek bir proje kurgusunu sahiplenmektir.

20 yıl önce kabul edilen kanunda yerel yönetimlere düşen sorumluluklar kendilerince yerine getirilseydi belki de bugün bunları yazıyor olmayacaktık. Bu bir sorun olarak kabul ediliyorsa, ki bunda sorun görmeyen kimseyi tanımıyorum, o halde hiçbir şey için geç değil. Yeniden bir yasa tasarısı hazırlanabilir ve kaynaklar doğru şekilde değerlendirilerek en kısa zamanda çözüme ulaşılabilir. Hiçbir canlı zarar görmemeli ve acı çekmemeli çünkü hiçbirimiz birimizden daha değerli değiliz. İnsanlık olarak çok övündüğümüz zekamızı daha verimli süreçler tasarlamak, uygulamak, dahil olmak ve paylaşmak üzerine çalışarak kullanabiliriz.

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar