“Kalıplar ve önyargılarla uğraşıyoruz ki sistem değişsin, kadınlar kendini gerçekleştirebilsin”

“Kalıplar ve önyargılarla uğraşıyoruz ki sistem değişsin, kadınlar kendini gerçekleştirebilsin”

Radyo Gedik’te yayınlanan İyilik Elçileri’nin 29 Nisan’daki 100’üncü bölümünün konuğu AÇEV’in toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayatın her alanında yaygınlaşması için çalışan sosyal girişimi Eşitliğe Değer’in Yöneticisi Hilal Baykara, Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki durumundan, dil ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiden ve gerçekleştirdikleri eğitimlerden bahsetti.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında özel sektörün ve kurumların öncü bir role sahip olduğu gerçeğinden hareketle faaliyet gösteren Eşitliğe Değer, AÇEV’in sosyal girişimi olarak doğdu. Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliğini konusundaki durumunu değerlendirerek söze başlayan Eşitliğe Değer’in Yöneticisi Hilal Baykara, “Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayımlanan Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu toplumsal cinsiyet eşitliğini ekonomik ve politik katılım, sağlık ve eğitim indikatörleri üzerinden değerlendiriyor. Bu rapora göre Türkiye, 156 ülke arasında 133’üncü sırada yer alarak, geçtiğimiz yıla oranla üç sıra daha geriledi. En düşük skora sahip olduğumuz alan ise ekonomik katılım. Türkiye’de 10 kadından üçü çalışıyor, zorlarsak biri yönetim kademesine yükselebiliyor. Çalışma hayatı henüz kadınlar için yeterince potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri bir alana dönüşmedi. Toplumsal cinsiyet eşitliği açısından Türkiye’de tablo çok iyi değil ama bir değişimin söz konusu olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. 2010 yılında kurumların kâr amacının ötesine geçerek sorumlu şirket olma hareketi başladı. 2015’te kadının güçlenme ilkeleri hayata geçti, kurumlar buna imza atmaya ve bu yönde birtakım adımlar atmaya başladı. Değişim var ama biraz yavaş, pandemi de durumu kötüleştirdi. Geçen yıl, eşitliği sağlamak için 100 yıla ihtiyaç varken bu yıl bu süre 130 yıla çıktı. Salgınla birlikte işten ayrılanlar arasında kadınların oranı yükseldi, yönetim seviyesinde olan kadınların oranı azalmaya başladı, hane içi şiddet oranları arttı. Ancak, bu durumu fırsata çevirme imkânımız var. Bunu iyi yapan ülkeler, iş-yaşam dengesini dikkate alarak, çalışanı sadece bir çalışan olarak değil ailesi, bakım sorumluluğu olan bir birey, toplumda bir vatandaş olarak görerek bu eşitliği sağlayabiliyor” şeklinde konuştu.

“Kadınların hayata eşit ve aktif bir şekilde katılabilmesi için çalışıyoruz”

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre doğduğumuz andan itibaren eşit haklara sahip olsak da bunu gerçekleştiremediğimiz belirten Baykara, “Bazı bireyler toplumda daha değerli oluyor. Kadın erkeğe göre daha az değerli algısı var. Kadınların potansiyellerini açığa çıkarmaları ‘yapamazsın’, ‘edemezsin’ önyargılarıyla engelleniyor. Örneğin, spor alanında oğlan çocuğuna doğar doğmaz forma giydiriliyor, kız çocukları ise bu alana teşvik edilmiyor, ilgisi varsa da ‘Sana göre değil’ denilerek geri çekiliyor. Bunu pek çok meslek alanında da görüyoruz. Eşitliğe Değer olarak kadınların hayata eşit ve aktif bir şekilde katılabilmesi için çalışıyoruz. Bu kalıplar ve önyargılarla uğraşıyoruz ki sistem değişsin, kadınlar kendini gerçekleştirebilsin. Şirketlerde kapsayıcılık ön plana çıkartıldığında iş yerleri daha üretken, daha verimli bir hale geliyor. Yani insan haklarının ötesinde eşitliğin kurumlara fayda olarak da getirileri var. Toplum nezdinde de değeri var çünkü toplumun da potansiyelini ortaya çıkarıyor. Bir değer olarak taşımamızın yanı sıra eşitliği hayata geçirdiğimiz zaman çocuklarımız da böyle yetişiyor” dedi.

“Her gün öldürülen kadınla kullandığımız dil arasında bir bağ var”

Dilin hem en kolay hem de en zor değiştirilebilecek alan olduğunu söyleyen Baykara, “Dilin değişimi konusunda hemen adım atılabilir ama önce fark etmek gerekiyor. Dil, düşüncenin bir uzantısı ve kültürü de yaratan bir öge ama kendini çok sinsi bir şekilde gösteriyor. ‘Kadınlar öldürülürken dili mi değiştirelim?’ deniyor ancak her gün öldürülen kadınla kullandığımız dil arasında bir bağ var. Doğrudan şiddet dediğimiz dayak, küfür, tacize gidene kadar kullandığımız kelimeler doğrultusunda kadına verdiğimiz değerle inşa ettiğimiz bir kültür var. ‘Kız gibi koşmak’, ‘kadınlar hamamına çevirmek’ gibi söylemlerle başlıyor, küfür ve argoyla kadına yönelik şiddeti olağanlaştırıyoruz. Alt tarafı bir şaka değil. O şakanın altı o kadar dolu ki… Küfürle kadının bedeni üzerinde tahakküm kurabilme, ona zarar verebilme yetisini erkeğe vererek her gün kadına yönelik şiddeti dilimizde onaylıyoruz. Dolayısıyla dili değiştirmek değişimin ilk adımı. Eşitliğin mümkün olduğunu dilde göstermeye başlıyoruz” açıklamasında bulundu.

“Bir noktadan sonra kadın hayata katılımından önce kendisini filtreliyor”

Yaptıkları çalışmalara değinen Baykara, “Eşitlik için Harekete Geçiyoruz eğitimimiz kapsamında kurumlara yönelik şirket içerisinde komiteler ve çalışma gurupları kurulabiliyor, o yapıların içerisinde bu konuyu biraz daha derinlikli olarak işleyip, aksiyon alanlarını belirlemeye çalışıyoruz. Aynı zamanda Kadın Güçlenme eğitimi sunuyoruz.  Bu eğitimimizi yaklaşık iki yıldır tekstil atölyesindeki kadınlarla deniyoruz. Kadının önüne o kadar çok ‘yapamazsın’, ‘edemezsin’ engeli konuyor ki bir noktadan sonra kadın hayata katılımından önce kendisini filtreliyor. Bu eğitimlerimizde kadınların hem özel hayatlarının hem de çalışma hayatlarının içerisinde yaşadıkları sorunları görmelerini ve bunlar için neler yapabileceklerini bularak güçlenmelerini, ‘yapabilirim’, ‘kendi hayatımı kontrol edebilirim’ duygularının ön plana çıkmasını sağlıyoruz. Eğitimlerle temelde çalışanların bulundukları yerde neler yapabileceklerini bulmalarını kolaylaştırmaya çalışıyoruz. İş yerleri içerisinde, cinsiyetçilik kültürünün kaldırılmasına ön ayak olarak, işe alımdan yükselmeye kadarki tüm süreçlerde eşitliği sağlayacak yönde değişimler yapılmasının önünü açıyor, kurumun kendisini nasıl değiştirebileceğini gösteriyoruz. İş bölümünde ayrımcılık, ücret açığı gibi konulara odaklanarak cinsiyetin bir kriter olmasını engellemeye çalışıyoruz” dedi.

“Çeşitlilik sağlandığı zaman insanların zihninde bir temsiliyet sağlanıyor”

Dizi ve reklamlarda karşılaştığımız toplumsal cinsiyet algısından da bahseden Baykara, “Daha agresif ve kaba karakterler ağırlıklı olarak erkek, uysal, hayalperest, naif roller kadın oluyor. Ebeveyn rollerine baktığımızda anne-baba eşit olarak görünse de anne çocukla ilgileniyor, baba ilgilenmiyor. Şiddet eğilimli rollerde hep erkekler, duygusal, ağlayan rollerde hep kadınlar var. Bununla ilgili olarak senaristler ve oyuncularla birtakım çalışmalar yapıldı, biz de eğitimlerimizle destek olduk. Bu çalışmalar sırasında toplumdaki algıyı yaratmaya çalışıyoruz. Bazen farkında olmadan bu kalıp yargıları üretiyoruz. Örneğin bir role kadın ya da erkeği koymanın hiçbir farkı olmasa da o düşünülemiyor. Toplumun algısını bir anda değiştirmek mümkün değil ama olabildiğince çeşitliliği sağlamak gerekiyor. İlla güzel, genç bir kadının baş rolde yer alması gerekmiyor. Çeşitlilik sağlandığı zaman insanların zihninde bir temsiliyet sağlanıyor ve toplumu daha iyi anlatmaya başlıyoruz. Burada izleyicilere de rol düşüyor. Özellikle sosyal medyayla tüketicinin çok büyük bir gücü var, bu gücümüzü daha iyi kullanabilir ve eyleme dönüştürebiliriz” şeklinde konuştu.

“Daha iyi bir dünyayı birlikte yaratmak dileğiyle” sloganıyla Serpil Güzel Ün’ün gönüllü olarak hazırlayıp sunduğu Radyo Gedik’te yayımlanan “İyilik Elçileri” programının, Eşitliğe Değer ile gerçekleşen yayınının podcastine aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar