İşçiler ve çalışma koşulları salgından nasıl etkilendi?

İşçiler ve çalışma koşulları salgından nasıl etkilendi?

Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen, “Pandemi dönemi ve sonrasında sivil toplum” webinar serisinin dördüncüsü “İşçilerin çalışma koşulları ve sağlık hakkına erişim” 17 Haziran Çarşamba günü gerçekleşti. Temiz Giysi Kampanyası Derneği’nden Bego Demir’in ve Acıbadem Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Öğretim Üyesi Yeşim Yasin’in konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte; Temiz Giysi Kampanyası Derneği’nin faaliyetleri, Türkiye’deki işçilerin çalışma koşulları ve koronavirüs salgınının işçiler üzerindeki etkileri konuşuldu.

15 yaşında kot üretiminde çocuk işçi olarak çalışmaya başlayan Bego Demir, akciğerlerinin yüzde 46,2’sini kaybetti. 2008’de Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’ni kurarak Türkiye’de kot kumlamayı yasaklattı. 2013’te Temiz Giysi Kampanyası’nı başlatarak, tekstil üretimini daha sürdürülebilir kılmak ve üreticileri güçlendirmek amacıyla çalışmaya başlayan Bego Demir, “Türkiye’de kot kullanmayı yasaklattığımızda başka ülkelerden tedarik edilmeye başlandığını gördük. Bu nedenle kampanyayı globalleştirdik. 2016’nın sonunda ise dernekleştik. Tüketicileri örgütleyerek, oradan aldığımız yumuşak güçle markalara baskı yaparak işçilerin talepleri doğrultusunda adım atmalarını sağlıyoruz. Bunu da tüketicileri giydiği kıyafetlerle ilgili bilinçlendirerek, yasal yollar ve lobicilikle, işçilerin talepleri doğrultusunda şirketler üzerinde baskı kurarak ve kampanyalar örgütleyerek yapıyoruz. Aynı zamanda, meslek hastalığı konusunda bir projemiz var. Meslek hastalığı, işçiler tarafından bilinmiyor. Bu proje, işçilerin çok kırılgan bir durumda olduğunun farkında olarak hem işçilerin hem de tekstil sektörünün daha sürdürülebilir olması için mücadele ediyor” dedi.

Yeni teknik: Potasyum permanganat

Kot kumlama yasağının ardından gelen potasyum permanganat tekniğinden de bahseden Demir, “Potasyum permanganat, kotları beyazlatmak için kullanılan bir kimyasal. İnsanlar bunu kota püskürtüyor ve soluyorlar. Bu kimyasal, doğurganlığı direkt etkiliyor ve tehlikeli kimyasallar sınıfında yer alıyor. Ancak, dünyada ve Türkiye’de hala çok yoğun bir şekilde kullanılıyor. Dernek olarak yaptığımız araştırmaya göre çoğunlukla göçmenler işgücü tarafında kullanılıyor. Önümüzdeki dönemde bununla ilgili bir çalışmamız olacak. Aynı zamanda, Suriyeli göçmenler kot kumlama sırasında kötü koşullara maruz kalıyor ve kendi haklarıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorlar. Bu konuyla ilgili, farklı sektörlerdeki meslek hastalıklarını anlattığımız bir proje gerçekleştiriyoruz” sözleriyle durumu açıkladı.

“Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 76’sının evden çalışma lüksü yok”

Hazır giyim ve tekstilin dünyada en hızlı küreselleşen sektörlerden olduğunu belirten ve Acıbadem Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümü’nden Öğretim Üyesi Yeşim Yasin ise “Neoliberal politikaların en acımasız yüzünün karşımıza çıktığı; denetlemenin, kontrolün, belli kuralları uygulamanın en zor olduğu alanlardan biri. Yasaklama kararı almak kolay ama sürecin daha sonra takip edilmesi, denetlenmesi ve yakından izlenmesi gerekiyor ki yaptırımlar uygulanabilsin. Türkiye meslek hastalıkları ve iş kazaları konusunda beraber değerlendirildiğinde, iş kazalarının rapor edilirken meslek hastalıklarının rapor edilmediğini görüyoruz.  En güvenli verileri paylaşan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre; 11 Mart – 10 Mayıs tarihleri arasında 128 işçi hayatını kaybetmiş. Sürecin en başından beri birilerinin hayatının başkalarının hayatından daha değerli olduğunu görüyoruz çünkü ekonomiyle halk sağlığı arasında, devlet açıkça ilkinden yana tavır koydu. Evden çalışma teşvik edilmeye çalışıldı fakat bu orta-üst sınıf için geliştirilen bir stratejiydi. Türkiye’de çalışanların sadece yüzde 24’ünün evden çalışma lükslerinin olduğunu biliyoruz, yüzde 76’sının ise böyle bir lüksü yok” şeklinde konuştu.

“Türkiye belli bir sınıfı gözden çıkardı”

Koronavirüs salgını konusunda alınan kararları eleştiren Yasin, “Halk sağlığı açısından yeni bir patojenle karşı karşıyaysanız ve buna karşı geliştirilmiş bir aşı ya da ilaç yoksa, salgını ilaç dışı yöntemlerle kontrol altına alırsınız. Bunun için ya baskılama yöntemiyle hayatı durdurur ya da hafifletme yöntemiyle, belli tedbirler alınarak hayatın normal akışına devam etmesini sağlarsınız. Türkiye ise en başından itibaren sınıf bağışıklığı stratejisini tercih etti, belli bir sınıfı gözden çıkarmış oldu” dedi.

“İşçilerin hastalığa yakalanma oranı ortalamanın 3,2 katı”

Türkiye’de bulunan 3 milyon tekstil işçisinin sadece 1 milyon 50 bininin kayıtlı olduğunu belirten Demir, “Pandemi sürecinde işler durmaya başladığında özellikle kayıt dışı çalışan işçilerin hepsi ortada kaldı. Bu insanlar, gündelik işlere gitmek zorunda kaldı ve koşulları gittikçe kötüleşti. Kayıtlı olarak çalışanlarsa başta hiçbir şey yokmuş gibi firmalar tarafından çalıştırılmaya devam edildi. Ardından, firmalara işçilere yıllık izinlerini zorla kullandırttılar. Oysa, insanlar yıllık izinlerini yazın kullanıp, memleketlerine giderek kışlık hasatlarını getiriyorlardı. Aynı zamanda, devlet işçileri işten çıkarmayı yasakladı ama firmalara kimsenin konuşmadığı başka bir hak verdi. İşçi işten artık kovulamıyor ama ücretsiz izne gönderilebiliyor. Eskiden bu hak, işçi ve işverenin ortak rızasına bağlıydı. Bu yasayla devlet bu hakkı işverene verdi ve işçi ücretsiz izne çıkarıldığında, günlük 39 lira katkı vereceğini açıkladı. Bu da aylık yaklaşık bin 170 lira gibi bir miktara denk geliyor. Açlık sınırı asgari ücret civarındayken, bu ücret açlık sınırının çok altında. Bu ücretle, işçinin yaşamasının mümkün olmadığı açık.  Üstelik, Covid-19 sebebiyle hayatını kaybeden çok işçi var. DİSK’in verilerine göre, işçilerin hastalığa yakalanma oranı ortalamanın 3,2 katı. Bu hastalığa en çok işçiler yakalanıyor. Bu nedenle meslek hastalığı olarak tanımlanması gerektiğine inanıyoruz ve bu konuda çağrılar yapmaya başladık” sözleriyle salgının etkilerini aktardı.

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar