BM: İklim krizi artık bir hak ihlali

BM: İklim krizi artık bir hak ihlali

İklim değişikliği yalnızca çevresel bir yıkım değil; yoksulluktan yerinden edilmeye kadar uzanan etkileriyle küresel bir insan hakları krizine dönüşmüş durumda.

Dünyanın dört bir yanında etkileri giderek ağırlaşan iklim değişikliği, artık sadece ekolojik bir sorun olarak değil, aynı zamanda derin bir insan hakları krizi olarak görülüyor. Birleşmiş Milletler, şiddetlenen iklim felaketlerinin özellikle yoksulları, çocukları ve kırılgan toplulukları orantısız biçimde etkilediği konusunda uyarıyor.

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volter Türk, Cenevre’de İnsan Hakları Konseyi’ne yaptığı açıklamada, dünyanın iklim kaosuna karşı hâlâ hazırlıksız olduğunu vurgulayarak şu soruyu yöneltti:

 “İnsanları iklim kaosundan korumak, geleceklerini güvence altına almak ve doğal kaynakları insan haklarına ve çevreye saygılı biçimde yönetmek için gerçekten yeterli adımları atıyor muyuz?”

Türk’ün yanıtı karamsar: Küresel çaba, tehdidin boyutunun çok gerisinde.

BM’ye bağlı Earth Commission’ın eş başkanı ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında BM’nin üst düzey bilim temsilcilerinden Prof. Joyeeta Gupta da iklim krizinin yalnızca bir “iklim acil durumu” değil, aynı zamanda açık bir hak ihlali olarak ele alınması gerektiğini vurguluyor.

Nature dergisinde yayımlanan araştırmasında Gupta, 1°C’nin adil ve hak temelli eşik olduğunu savunuyor. Bu eşik aşıldığında, dünya nüfusunun yüzde 1’inden fazlasının temel haklarının ihlal edildiğine dikkat çekiyor. Dünya bu sınırı 2017’de geçti; bilim insanlarına göre 1,5°C eşiğinin de 2030’a kadar aşılması yüksek ihtimal.

İklim adaleti olmadan kalkınma mümkün mü? 

Uzmanlara göre iklim adaleti, kalkınmanın ayrılmaz bir parçası. Temiz suya, gıdaya, barınmaya ve elektriğe erişim gibi en temel hakların tamamı enerjiye bağlı. Ancak Prof. Gupta’ya göre, zengin ülkelerin yaşam tarzlarını değiştirmeden Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşmak ne matematiksel ne de etik olarak mümkün.

Araştırmalar, gezegenin güvenli sınırlarının zaten aşıldığını ve bu nedenle varlıklı toplumların emisyonlarını çok daha hızlı ve sert biçimde azaltması gerektiğini ortaya koyuyor

İklim adaletsizliğinin en görünür sonuçlarından biri de zorunlu göç. Kuraklık, sel ve gıda krizleri milyonlarca insanı yerinden ederken, uluslararası hukuk hâlâ “iklim mültecileri”ni tanımıyor.

Bugün iklim kaynaklı yerinden edilmenin büyük bölümü ülkeler içinde yaşanıyor. Göç pahalı, tehlikeli ve çoğu zaman istenmeyen bir seçenek. Asıl hukuki zorluk ise neden-sonuç ilişkisini kanıtlamakta yatıyor. Ancak atıf bilimi alanındaki ilerlemeler, iklim değişikliği ile yaşanan zararlar arasındaki bağın daha net kurulmasını sağlıyor. Bu gelişmeler, gelecekte iklim kaynaklı göçün uluslararası mülteci hukukunda tanınmasının önünü açabilir. 

Prof. Gupta’ya göre iklim zararlarının insan hakları hukuku çerçevesinde ele alınması, uluslararası hukukun parçalı yapısı nedeniyle uzun süre mümkün olmadı. Çevre anlaşmaları, insan hakları sözleşmeleri ve ticaret rejimleri birbirinden kopuk ilerledi. 

Ancak bu yaklaşım son dönemde değişmeye başladı. Uluslararası Adalet Divanı (UAD), verdiği tarihi bir danışma görüşünde iklim yükümlülüklerinin insan hakları ve çevre anlaşmalarından bağımsız ele alınamayacağını açıkça ortaya koydu. Bu karar, hükümetlere net bir mesaj veriyor: İklimi konuşurken insanları görmezden gelemezsiniz.

Prof. Gupta, iklimi bireysel bir hak olarak değil, istikrarlı bir iklime kolektif erişim hakkı olarak tanımlamayı öneriyor. Tarım, su sistemleri ve günlük yaşamın öngörülebilirliği bu istikrara bağlı. Mahkemeler de giderek iklim istikrarsızlığının mevcut insan haklarını aşındırdığını kabul ediyor.

Kaynak:

https://news.us15.list-manage.com/track/click?u=372753f560ef60c400f1a4f3f&id=09bcf1b788&e=8b42edf312

Posts Carousel

En Son Makaleler

Videolar